tag:blogger.com,1999:blog-55850728109258688692024-03-14T08:34:08.487+03:00SAĞLIK REHBERİNİZ MyDoktorKeywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.comBlogger103125tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-49120785288035709162014-11-22T13:18:00.000+02:002014-11-22T13:18:24.876+02:00İlginç Bilgiler<h3 style="background: rgb(255, 255, 255); border: 0px; color: #222222; font-family: 'Helvetica Neue', Helvetica, sans-serif; font-size: 20px; font-stretch: normal; line-height: 1.2em; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
İlginç Bilgiler</h3>
<div>
<br /></div>
<div class="textwidget" style="background: rgb(255, 255, 255); border: 0px; color: #555555; font-family: 'Helvetica Neue', Helvetica, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<img align="left" height="60" src="http://nedenolur.net/resimler/1nikel.jpg" style="background: transparent; border: 0px; margin: 0px; max-width: 100%; outline: 0px; padding: 0px; vertical-align: bottom;" width="60" />Metale alerjisi olan kişiler sadece imitasyon takılardan sakınmakla bu alerjiden kaçamayabilirler. Bunun nedeni metalin yiyeceklerimizde de bulunmasıdır. Örneğin fındık, domates ve çikolatada, alerjiyle en çok suçlanan metallerden biri, nikel bulunur. Nikele alerjisi olan kişiler bu yiyeceklere karşı da dikkat etmelidir.<br /><br /><img align="left" height="60" src="http://nedenolur.net/resimler/2sigara.jpg" style="background: transparent; border: 0px; margin: 0px; max-width: 100%; outline: 0px; padding: 0px; vertical-align: bottom;" width="60" />Sigaranın ciğerlere, cilde ve damarlara verdiği zararlardan sıkça söz ediyoruz ancak bu kötü alışkanlığın boyun fıtığına da yol açabileceğini ilk kez duyuyor olabilirsiniz. Sigaranın daralttığı damarlar yüzünden kan dolaşımı bozulduğu için, boyun bölgesindeki dokular yeterince beslenemez ve bu durum boyun fıtığına neden olabilir.<br /><br /><img align="left" height="60" src="http://nedenolur.net/resimler/3stres.jpg" style="background: transparent; border: 0px; margin: 0px; max-width: 100%; outline: 0px; padding: 0px; vertical-align: bottom;" width="60" />Vücudumuza zararı saymakla bitmeyen stres, bel ağrısından baş ağrısına dek sağlıkla ilgili pek çok şikayetimizde rol alır. Beynimiz stresi her zaman dışarıdan gelen bir tehlike olarak algılar ve buna göre vücudun kendini korumaya alması için çalışır. Ancak gün boyu stres altındaysanız, vücut sürekli tetikte olmayı kaldıramaz ve sonuç olarak stres kaynaklı hastalıklar ortaya çıkar.<br /><br /><img align="left" height="60" src="http://nedenolur.net/resimler/4fasulye.jpg" style="background: transparent; border: 0px; margin: 0px; max-width: 100%; outline: 0px; padding: 0px; vertical-align: bottom;" width="60" />Gaz yaptığı için pek çok kişinin kara listesine aldığı kuru fasulyenin gaz yapmasının nedeni, bu besinde bulunan iki karbonhidrat maddedir. Fasulyedeki bu iki maddeyi sindirmek için bağırsaktaki sindirime yardımcı bakteriler devreye girer ve onlar çalışırken ortaya karbondioksit, hidrojen ve metan gazı çıkar. Biriken bu gazlar, fasulyeden şikayetimizin ana nedenidir.<br /><br /><img align="left" height="60" src="http://nedenolur.net/resimler/5gozalti.jpg" style="background: transparent; border: 0px; margin: 0px; max-width: 100%; outline: 0px; padding: 0px; vertical-align: bottom;" width="60" />Gözlerinin altı mor diye hiç kimseyi hemen gece hayatıyla suçlamayın. Bu şikayetin başka nedenleri de vardır elbette ama bazı kişilerde göz altı morlukları aileden geçen, kalıtsal bir sorun da olabilir. Göz altı morlukları aileden mirassa, o kişinin kardeşlerinde veya anne ya da babasında da aynı sorun olduğunu görmek sürpriz olmaz.<br /><br /><img align="left" height="60" src="http://nedenolur.net/resimler/6hickirik.jpg" style="background: transparent; border: 0px; margin: 0px; max-width: 100%; outline: 0px; padding: 0px; vertical-align: bottom;" width="60" />Gülmek sağlığa son derece faydalıdır ve bol kahkahalı bir sohbetten kimsenin şikayet edebileceği akla gelmez. Oysa gülerken hıçkırık tuttuğu için keyfi bölünen kişiler olabilir. Evet, gülmek hıçkırığa neden olabilir! Gülerken içimize çektiğimiz hava gırtlak kapağına değip diyaframla bağlantılı sinirleri uyarabilir ve bu durum hıçkırığa neden olur.</div>
<span style="background-color: white; color: #555555; font-family: 'Helvetica Neue', Helvetica, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">-</span><br />
<span style="background-color: white; color: #555555; font-family: 'Helvetica Neue', Helvetica, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;"> See more at: http://nedenolur.net/adet-duzensizligi-neden-olur/#sthash.BLTwzqqk.dpuf</span>Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-13993290780657161192014-11-22T13:07:00.002+02:002014-11-22T13:07:59.897+02:00Adet Düzensizliği Neden Olur? Kadınların çoğu yıl boyunca 11-13 kez adet döneminden geçer. Bu rakama yakın değerler (1-2 az veya fazla) normal olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, adet düzensizliği konusuna ancak sizin için normal olan değerlere bakılarak bir değerlendirme yapılabilir. Adet dönemi, adet görmeye başladıktan sonraki ilk birkaç yıl boyunca sık sık düzensizlik gösterebilir. Adetin normal zaman döngüsüne girebilmesi için, adet görmeyi sağlayan hormonların dengelenmesi gerekmektedir. Aynı durum, adetin sona ermeye yakınlaştığı “perimenopoz” ve “menopoz” dönemleri öncesinde de geçerlidir. Son adet döneminin üzerinden 12 ay geçtikten sonra menopoz dönemi başlar.
Adet Düzensizliği Nedenleri
Aşağıdaki listede adet düzensizliğine neden olan bazı durumlar ve sağlık koşulları yer alıyor. Ancak bu listede bulunmayan bazı diğer rahatsızlıklar adet düzensizliğine yol açabilir. Bu nedenle, sık sık adet düzensizliği yaşıyorsanız altında yatan nedenin kesin olarak belirlenebilmesi ve uygun tedavinin gerçekleştirilebilmesi için bir doktora görünmelisiniz.
Adet düzensizliğine veya anormalliğine yol açan aşağıdaki durumlar ve hastalıklar dışında, adet görmenin tamamen durduğu “amenore” durumu bulunmaktadır. Hamile olmayan, emzirmeyen ve menopoza girmemiş kadınlarda, 90 günden uzun yaşanan “amenore” (adet görmeme) anormal olarak kabul edilmektedir. Göğüsleri gelişmeye başladıktan sonra 3 yıl içinde veya 15-16 yaşında adet görmeye başlamamış olanlar “adet görmeme” ile karşı karşıya olabilir.<br />
<br />
Adet düzensizliğinin bazı nedenleri şu şekilde sıralanabilir:<br />
<br />
Stres: Aşırı kilo alma veya zayıflama, yetersiz beslenme ve düşük kalorili diyet programları, egzersiz rutininde yapılan değişiklikler, gerginlik, hastalıklar, seyahat ve günlük hayatı etkileyen değişiklikler adet düzensizliğine yol açabilir.<br />
<br />
Doğum Kontrol Hapları: Doğum kontrol haplarının çoğu östrojen ve progestin hormonlarının (bazıları sadece progestin içermektedir) bir kombinasyonunu içerir. Bu haplar yumurtalıkların yumurta bırakmasına engel olarak hamileliği önler.<br />
<br />
Doğum kontrol hapı kullanmak veya bırakmak adet düzensizliğine neden olabilir. Adet düzeninin sağlanması, hap bırakıldıktan sonra 6 ayı bulabilir. Sadece progestin içeren doğum kontrol hapı kullananlar adet aralarında kanama yaşayabilirler.<br />
<br />
Uterin Polipleri veya Miyomları: Rahim polipleri, rahmin iç tabakasında görülen küçük (kanserli olmayan) oluşumlardır. Miyomlar ise rahim duvarına yapışık halde bulunan tümörlerdir. Boyutları 0.5 mm’den 10-15 santime kadar olabilir. Miyomlar genellikle iyi huyludur ancak ağır kanamalara ve ağrıya neden olabilirler. Miyom büyüklüğüne bağlı olarak mesane ve makata baskı yapabilir.
<br />
<br />
<br />
Endometriozis: Rahmi kaplayan ve her ay adet akıntısı ile birlikte atılan endometriyal doku, rahim dışında büyümeye başladığında “endometriozis” görülür. Doku yumurtalık, altı sindirim sistemi, rektum ve rahim arasındaki bölge, bağırsak, fallop tüpleri ve bölgedeki diğer organlar üzerinde büyüyebilir. Endometriozis belirtileri arasında adet düzensizliği dışında; kramplar, cinsel ilişki sırasında ağrı, anormal kanama, adet öncesi ve sonrası ağrılar bulunmaktadır.<br />
<br />
İltihaplı Pelvik Hastalığı: Kadın üreme sistemini etkileyen “iltihaplı pelvik” bakteriyel bir enfeksiyondur. Cinsel temas yoluyla vajinaya giren bakteriler, rahim ve üst genital sisteme yayılabilir. Bu bakteriler ayrıca düşük, doğum ve kürtaj operasyonu sırasında üreme organlarına bulaşabilir. Belirtileri arasında adet düzensizlikleri, vajina bölgesinde hoş olmayan koku, leğen kemiğinde ve alt karın bölgesinde ağrı, ateş, bulantı, kusma, ishal ve ağır vajinal akıntı bulunmaktadır.
Polikistik Yumurtalık: Polikistik over sendromunda yumurtalıklar normalden fazla androjen (erkeklik hormonu) üretir. Bunun sonucu olarak sıvı dolu keseler (kistler) oluşabilir. Yüksek miktarda androjen yumurtaların olgunlaşmasını önler ve ovülasyon (yumurtanın atılması) gerçekleşmez. Bu durum genellikle obezite, kısırlık, hirtuism (aşırı kıllanma) ile ilişkilidir.<br />
<br />
Prematüre Yumurtalık Yetmezliği: Bu durum genellikle 40 yaş altındaki, yumurtalığın fonksiyonlarını tam olarak yerine getirmediği kadınlarda görülmektedir. Adet kanamaları düzensiz olabilir veya hiç olmayabilir. Genetik olarak görülebileceği gibi kemoterapi ve radyasyon terapisi nedeniyle oluşabilir.
Adet Düzensizliğinin Diğer Nedenleri
Aşırı kilo alma veya kilo kaybı
Aşırı egzersiz
Endometrial hiperplazi (rahim astarının kalınlaşması)
Rahim kanseri
Tiroid sorunları
Diyabet
Karaciğer sirozu
Sistemik lupus
Gebelik komplikasyonları (düşük veya dış gebelik)
Östrojen takviyeleri
Kan inceltici ilaçların kullanımı
Doğum kontrolü için rahim içi araçlarının kullanımı
Steroidler
Antidepresan kullanımı
Östrojen ve/veya progesteron dengesizliği
Ameliyat ve Narkoz Adet Gecikmesine Yol Açar mı?
Ameliyat sırasında kullanılan kanama durdurucu vb ilaçlar birkaç günlük adet gecikmesine neden olabilir. Ancak ne narkozun ne de bu tip ilaçların daha uzun bir gecikmeye ya da düzensizliğe neden olması beklenmez.<br />
<br />
Bununla birlikte bir diğer faktör, ameliyat stresi, hormonları etkileyerek ameliyat sonrası beklenen adetin 1-2 ay gecikmesine yol açabilir. Sonuç olarak ameliyat sonrası adet düzensizliği 2 ayı geçmişse, adet düzensizliği için başka bir neden olup olmadığının araştırılması gerekir.<br />
<br />
Adet Düzensizliği Ne Demektir?
Adet dönemi çoğu kadında 4-7 gün arası sürer ve genellikle her 28 günde bir yaşanır. Ancak, 21 günden 35 güne kadar (bazı kaynaklarda 24-34 olarak belirtilmiş) olan adet döngüsü normal olarak kabul edilmektedir.
Anormal veya düzensiz adet dönemi olarak kabul edilen bazı durumlar ise şu şekildedir:
21 günden kısa veya 35 günden uzun aralıklarla yaşanan adet
Arka arkaya 3 veya daha fazla adet görememe
Adet kanamasının normalden çok hafif ya da fazla olması
7 günden uzun süren adet dönemi, ağrı, kramp, kusmayla birlikte görülen adet
Adet aralarında fazla kanama olması
İlişki sonrası kanama olması ve menopoz sonrası meydana gelen kanamalar.
Rektum’da meydana gelen kanamalar (ishal, kolit, hemoroid ve diğer nedenlerle olabilir) adet kanamasıyla karıştırılabilir. Kanamanın nereden geldiğinden emin olmak için bir kaç gün tampon kullanabilirsiniz.
Adet düzensizliğini belirlemek için;
Adet döngüsünü, ne zaman başladığını ve bittiğini not alın
Kullandığınız ped veya tampon sayısını not ederek adet sırasında ne kadar akıntı olduğunu belirleyebilirsiniz
Adet dönemleri arasında veya cinsel ilişki sonrası kanama olup olmadığına dikkat edin
Adetle ilgili normal dışı durumları not edin
Tampon, enfeksiyona neden olmaması için günde en az iki kez değiştirilmelidir. Aspirin gibi bazı ilaçlar kanamayı arttırabileceğinden adet dönemlerinde kullanılması tavsiye edilmez. Adet dönemleriniz çok ağrılı geçiyorsa uygun ağrı kesiciler için doktorunuza danışabilirsiniz.<br />
<br />
<br />
KAYNAK: http://nedenolur.net/adet-duzensizligi-neden-olur/#sthash.BLTwzqqk.dpuf
Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-22641598663770002702014-08-21T18:41:00.003+03:002014-08-21T18:41:50.520+03:00Ameliyatsız Burun Estetiği<div style="color: #222222;">
Burnumuz yüzümüzde en çok dikkat çeken organımızdır. Burun şeklimiz, yüz şeklimizi etkilemektedir. Yüz ifademizi, duygularımızı, bakışımızı etkilemektedir. Bu yüzden burun şeklimizi değiştirmek isteriz. Bazılarımız bu nedenlerden dolayı estetik olarak ameliyatlar yaptırmayı düşünür. Yaptıranlarda olur. Bıçak altına yatmaktan korkanlar da vardır. Böyle durumlarda tercih olarak dolgu maddeleriyle ameliyatsız estetik yöntemi karşımıza çıkmaktadır.</div>
<div style="color: #222222;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh_UzxxWOVlU7cM6Mw23zmVMEe1ExvV-3lWusQyScBZxozaXWy0UoBpcB3YApExjkelVcfSw5s95SzglFTK-pDOsJsmp3SeqcLE8wYUmUdo8BcSdcRwKsBEslj45fz7CS1pMl_glYeAz1g/s1600/11-620x330.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh_UzxxWOVlU7cM6Mw23zmVMEe1ExvV-3lWusQyScBZxozaXWy0UoBpcB3YApExjkelVcfSw5s95SzglFTK-pDOsJsmp3SeqcLE8wYUmUdo8BcSdcRwKsBEslj45fz7CS1pMl_glYeAz1g/s1600/11-620x330.png" height="170" width="320" /></a></div>
<div style="color: #222222;">
</div>
<div style="color: #222222;">
Ameliyatsız burun estetiği</div>
<div style="color: #222222;">
Ameliyat işlemleri olmadan sadece dolgu maddeleri kullanarak yapılan estetik işlemidir. Erkekler ve kadınların tercih ettiği bir işlem olup bu estetik uygulaması buruna geçici süreliğine şekil vermek ya da burunda herhangi bir sorun varsa düzeltilmesi amacıyla yapılır. Cerrahi ameliyatlara göre maliyeti daha düşüktür.</div>
<div style="color: #222222;">
<strong></strong> </div>
<div style="color: #222222;">
<strong>Hangi amaçla kullanılmaktadır ?</strong></div>
<div style="color: #222222;">
Burun ucu kaldırmada, burun eğriliklerin de, burun çukurlukların da ve burun sırtının kemikli olduğu gibi durumların düzeltilmesinde kullanılır. Bu işlem dolgu malzemeleriyle, burnun hangi bölgesinde sorun varsa o bölgeye uygulanır. Burun şekli istek doğrultusunda düzeltilir. Bazı kişiler bu işlemi cerrahi ameliyat öncesi burun şekillerini belirlemek amacıyla yaptıranlarda vardır.</div>
<div style="color: #222222;">
<strong></strong> </div>
<div style="color: #222222;">
<strong>N</strong><strong>e kadar sürmektedir ?</strong></div>
<div style="color: #222222;">
Ameliyatsız burun estetiği yaklaşık olarak 20 dakika sürmektedir. Bu işlemi yaptıran kişi uygulamadan sonra günlük yaşantısına dönebilir.</div>
<div style="color: #222222;">
<strong></strong> </div>
<div style="color: #222222;">
<strong>Ağrılı bir işlem midir ?</strong></div>
<div style="color: #222222;">
Uygulama sırasında ya da sonrasında kişinin canı yanmaz ya da herhangi bir ağrıma durumu olmaz. Kişinin isteğine bağlı olarak lokal anestezi yapılabilir.</div>
<div style="color: #222222;">
<strong></strong> </div>
<div style="color: #222222;">
<strong>Ne kadar kalıcılığı vardır ?</strong></div>
<div style="color: #222222;">
Burun estetiği kalıcı bir uygulama değildir. Ortalama olarak 7-18 ay arasındadır. Bu süre içerisinde burunda ki dolgu malzemesi azalarak burun eski halini almaya başlar. İstenirse uygulama tekrarlanabilir.</div>
<div style="color: #222222;">
<strong></strong> </div>
<div style="color: #222222;">
<strong>Yararları ve zararları nelerdir ?</strong></div>
<div style="color: #222222;">
Bu işlemin yararların da herhangi bir cerrahi iz olmadan yapılması, iyileşme sürecinin olmaması gibi durumlardır.</div>
<div style="color: #222222;">
Burun estetiğinin zararları olarak ise alerjik reaksiyonlar görülebilir.</div>
<div style="color: #222222;">
Bu tarz burun estetiğini yaptırırken uzman kişiler tarafından yapılmasına dikkat edilmelidir. Yanlış işlem yapılması kötü sonuçları ortaya çıkartabilir.</div>
Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-59465209590192609282014-08-21T18:31:00.001+03:002014-08-21T18:31:28.223+03:00Sporun çocuk zekasına faydasıSpor çocuklarda <a class="kblinker" href="http://www.saglikekibi.com/can/tag/zeka" title="More about zeka »">zeka</a> gelişimi sağlıyor.ABD’deki Illinois Üniversitesi’nden bilim adamlarının araştırması, ilk kez spor ve beyindeki beyaz madde arasında bağlantı bulunduğunu ortaya koydu. 9-10 yaşındaki bazı çocukların beyin görüntülerini inceleyen bilim adamları, spor yapanların beynindeki beyaz maddenin daha fazla ve yoğun olduğunu saptadı.<br />
<br />
<img alt="" src="http://i.hizliresim.com/d4Emon.jpg" /><br />
<br />
Beyaz maddenin beynin farklı bölgelerindeki bağlantıların güçlenmesini, dolayısıyla bilişsel becerilerin artmasını sağladığını vurgulayan bilim adamları, bir sonraki aşamada düzenli olarak yeni bir spor dalıyla uğraşmaya başlayan çocukların beynindeki beyaz maddenin artıp artmadığını inceleyecek.<br />
<span><br /><br />KAYNAK: <a href="http://www.saglikekibi.com/can/cocuk-hastaliklari/sporun-cocuk-zekasina-faydasi.html#ixzz3B2b4E7lZ" style="color: #003399;">http://www.saglikekibi.com/can/cocuk-hastaliklari/sporun-cocuk-zekasina-faydasi.html#ixzz3B2b4E7lZ</a></span>Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-35058360293043917152014-08-21T18:07:00.003+03:002014-08-21T18:08:52.725+03:00Dr. Mevlüt Çetin, geçmeyen öksürük<div style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;">
<img alt="" src="http://i.hizliresim.com/GbykZ2.jpg" height="320" width="320" /></div>
<br />
Geçmeyen öksürük bir çok hastalığa neden olabilir işte öksürük konusunda <a class="kblinker" href="http://www.saglikekibi.com/can/tag/uzman" title="More about uzman »">uzman</a> görüşü.Kula Devlet Hastanesi Kulak burun Boğaz uzmanı <a class="kblinker" href="http://www.saglikekibi.com/can/tag/doktor" title="More about doktor »">doktor</a> Mevlüt Çetin, geçmeyen öksürük ve hapşırmaların bahar nezlesi olabileceğini söyledi<br />
Mevlüt Çetin yaptığı açıklamada ‘Gece yattığınızda geniz akıntısı, öksürük, gün içerisindede sürekli hapşırma, burun akıntısı ve kaşıntısı problemi yaşıyorsanız, bu durumun sebebi alerjik rinit olabilir.<br />
<br />
Alerjik rinit, ortamda bulunan alerjenin nefes alma esnasında burun iç yüzeyine yapışması sonucu duyarlılığı olan kişilerde; hapşırma, burun akıntısı, burun ve genizde kaşıntı, burun tıkanıklığı ve damakta kaşıntıya neden olan bir hastalıktır. Burun akıntısı devam ettiği için <a class="kblinker" href="http://www.saglikekibi.com/can/tag/hasta" title="More about hasta »">hasta</a> geceleri geniz akıntısı ve öksürük ataklarından yakınır; gündüz ise sürekli geniz temizleme ihtiyacı olur. Alerjik rinit hayatı tehdit etme özelliği olmayan; ancak hastanın günlük aktivitelerini etkileyerek yaşam kalitesini belirgin şekilde bozan bir hastalıktır. Alerjik yakınmalar bu hastalarda; <a class="kblinker" href="http://www.saglikekibi.com/can/tag/bas" title="More about baş ağrısı »">baş ağrısı</a>, burun kanaması, uyku bozuklukları, konsantrasyon bozuklukları ve performans düşüklüğüne neden olur.<br />
<br />
Konsantrasyon bozukluğu nedeniyle hasta çocuk ise okul başarısı, erişkinse iş başarısı düşer. Bunlar da uzun vadede ruhsal bozuklukların çıkmasına neden olabilir.” dedi. Çetin konuyla ilgili şu bilgileri verdi: ‘Alerjik rinit 3 ayrı kategoride incelenebilir. Bunlardan bir tanesi, yıl boyu süren alerjik rinit yani; ev tozu akarı, <a class="kblinker" href="http://www.saglikekibi.com/can/tag/mantar" title="More about mantar »">mantar</a>, ülkemizde seyrek olan hamam böceği, kedi, köpek, kuş gibi evcil hayvanlar ve bitki polenlerine bağlı olarak görülebilir. Mevsimsel alerjik rinit yani; ağaç, ot, yabani ot, hububat polenine bağlı oluşan alerjidir. Yıl boyu süren ancak mevsimsel artışlar gösteren alerjik rinit ise sorumlu alerjenler yani; ‘mite’lar ve polenlerdir. Alerjik rinit, genellikle alerjik konjonktivit (göz nezlesi), alerjik sinüzit veya astımla birliktelik gösterir. Alerjik konjonktivit eşlik ettiğinde gözlerde yanma, batma, kaşınma, sulanma gibi bulgular da görülebilir.<br />
<br />
Yine bu hastalarda eğer alerjik sinüzit varsa; geniz akıntısı, baş ağrısı, gece gelen öksürük nöbetleri olabilir. Ayrıca alerjik rinit, kronik (müzmin) sinüzit ve orta kulak iltihabının en sık saptanan nedenidir. Alerjik rinitli hastalarda bronş alerjisi yani alerjik astım sıklığı ve riski çok daha yüksektir (2-8 kat). Alerjik rinitlilierdeki alerjik astım sıklığı ortalama % 25-30`dur. Ayrıca alerjik astımlı hastaların % 70`inde alerjik rinit öyküsü vardır. Bu nedenle alerjik rinit tanısı konan çocuk ve genç erişkinler alerjik astım açısından da değerlendirilmeli ve izlenmelidir. Astımın da birlikte görüldüğü hastalarda, nefes darlığı, hırıltılı solunum, göğüste sıkışma hissi, öksürük gibi bulgular olabilir’ dedi<br />
<strong></strong><br />
<strong>SİGARA DUMANI ALEJİNİN ORTAYA ÇIKMASINDA BÜYÜK ROL OYNUYOR</strong><br />
<br />
Çetin açıklamasının sonunda ‘Solunum yolu alerjisine yol açan alerjenler haricinde; <a class="kblinker" href="http://www.saglikekibi.com/can/tag/stres" title="More about stres »">stres</a>, hava kirliliği, sigara dumanı, deterjan ve parfüm gibi kimyasal maddeler de alerjik yakınmaların ortaya çıkmasında ya da artmasında tetikleyici rol oynar. Tanı için muayene ve birtakım tanı testleri yapılmalıdır. Kişinin şikayetlerinin hangi alerjene bağlı olarak ortaya çıktığını saptamak için “Alerji deri testleri“ uygulanabilir. Tedavide temel yöntem, tüm alerjik hastalıklarda olduğu gibi alerjenden korunmaktır. Alerjik rinit tanısı kesinleştirildikten sonra <a class="kblinker" href="http://www.saglikekibi.com/can/tag/tedavi" title="More about tedavi »">tedavi</a> için izlenecek yol, alerjilerden kaçınma ve korunma, ilaç tedavisi ve seçilmiş hastalarda <a class="kblinker" href="http://www.saglikekibi.com/can/tag/asi" title="More about aşı »">aşı</a> <a class="kblinker" href="http://www.saglikekibi.com/can/tag/tedavisi" title="More about tedavisi »">tedavisi</a> uygulanması şeklindedir.’ diye konuştu.<br />
<br /><br />KAYNAK: <a href="http://www.saglikekibi.com/can/akciger-hastaliklari/dr-mevlut-cetin-gecmeyen-oksuruk.html#ixzz3B2VDdvkR" style="color: #003399;">http://www.saglikekibi.com/can/akciger-hastaliklari/dr-mevlut-cetin-gecmeyen-oksuruk.html#ixzz3B2VDdvkR</a>Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-61710288430381046232014-08-21T17:49:00.003+03:002014-08-21T17:49:22.603+03:00AŞKA GETİREN GIDALAR...Ayrıntılar :
işte aşka gelmenizi sağlayacak gıdalar ve bu gıdaların tüketilme şekilleri.Beslenme Danışmanı Dr.Gönül Ateşsaçan, “Gün içerisinde tüketilen besinler sayesinde mutlu olmak ve ruh halinin düzene girmesi sağlayabilir” diye konuştu.
<br />
<br />
AŞK’A GETİREN GIDALAR
Çalışmalara göre bazı gıda maddelerinin insanları aşka hazırladığını, depresyonu iyileştirdiğini dile getiren Ateşsaçan, “Kimi savaşa hazırlar ve kimi mutlu hissettirir.
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh2w-v1v6VDxdyJ-Byn_dN2vkIWAuM7YWpqIsed1sDP3sA54-tku6-juW6Itv7YSilDJdtxHxf4A3tLViJQJaOOZeDLaLyf-2Vz8Yc0ksSQh2KPLx4n-3yW3eM6d5cnXLCrpRQoTetBfPo/s1600/mqZVN2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh2w-v1v6VDxdyJ-Byn_dN2vkIWAuM7YWpqIsed1sDP3sA54-tku6-juW6Itv7YSilDJdtxHxf4A3tLViJQJaOOZeDLaLyf-2Vz8Yc0ksSQh2KPLx4n-3yW3eM6d5cnXLCrpRQoTetBfPo/s320/mqZVN2.jpg" /></a></div>
<br />
Muz tüketmek daha mutlu yapar. Potasyumu fazladır. Triptofan ise halk arasında “mutluluk hormonu” olarak bilinen serotonin. Sinirleri gevşeten vitaminler B vitamini ve folik asit. Omega 3 rahatlama ve gevşeme yapar.<br />
<br />
Özellikle somon balığı ve ton balığı gibi soğuk deniz balıkları tükettiğinizde daha çok omega-3 almış olacaksınız.
Karides ve ıstakoz gibi kabuklu deniz canlıları da bol miktarda B vitamini, magnezyum ve çinko gibi minerallerle serotonin üretimine destek olur ve libido artışı yapar. Ginseng, kereviz, istiridye, avokado hormonları dengeler ve libidoyu artırır.
“FISTIK MUTLU EDEN GIDALARDAN”
Yaban mersini, ananas ve avokado, fıstık, Antep fıstığı ve istiridye iyi gıdalar da mutlu yapar. Yağsız süt ve ürünleri D ve B vitamini, magnezyum ve çinko gibi vitamin ve mineraller içerdiklerinden, serotonin üretimine katkıda bulunmaktadırlar.<br />
<br />
Çikolata, yapılan bilimsel araştırmalara göre çikolata duygu durumunu yükseltmekle kalmıyor, bunun yanı sıra depresyonun bazı semptomlarını gidermeye de yardımcı oluyor.” diye konuştu.
<br />
<br />
KAYNAK <br />
<br />
<a href="http://www.saglikekibi.com/can/pratikbilgi/aska-getiren-gidalar.html">http://www.saglikekibi.com/can/pratikbilgi/aska-getiren-gidalar.html</a>
<br />
Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-80453007663927827932014-01-31T22:22:00.000+02:002014-01-31T22:22:02.445+02:00Beyin KriziBeyin krizi kalp hastalıkları ve Kanserden sonra en fazla ölüme sebep veren bir durumdur.Dünyada 3ncü sıradaki ölüm sebebidir. Beyin krizi orta ve ileri yaşta sakatlığın en önde gelen sebebidir.
<br />
<br />
Bütün bunlara rağmen BEYİN KRİZİ önlenebilir bir durumdur.
<br />
<br />
BEYİN KRİZİ NEDİR?
<br />
<br />
Beyin krizi terimi ile anlatmak istediğimiz olay beynin bir bölgesinin kansızlığına veya bir bölgesine kanamaya bağlı olarak gelişen ve çoğunlukla felç şeklinde ortaya çıkan beyin damar hastalığıdır.
<br />
<br />
1 Tıkanan damar: Beyin krizi,beynin ihtiyacı olan kanı alamadığı zaman ortaya çıkan bir durumdur.Beyin ihtiyacı olan kanı kendisine taşıyan damarlar yolu ile sağlar.Beyin krizlerinin çoğu bu damarlardan kan akımını engelleyen pıhtı sebebi ile olur.Yani damardaki kan akımı pıhtı sebebi ile engellenir ve beynin bir bölgesinin ihtiyacı olan kanı ya hiç alamaz veya yetersiz alır ve sonucunda beyin krizi denen durum ortaya çıkar.
<br />
<br />
2 kanayan damar: Bazen de daha seyrek olarak beyin krizi zayıflamış damarların yırtılması ve kanın beyin içine veya beyin etrafına geçmesi sonucu da görülebilir.
<br />
<br />
İlk örneğe kansızlığa bağlı beyin krizi ikincisine ise beyin kanamasına bağlı beyin krizi diyebiliriz.Her iki tip beyin krizide konuşmayı, davranışı, hafızayı etkileyebilir, beyinde kalıcı hasara ,vücudun bir tarafında kuvvetsizliğe yani felce, sakatlığa ve ölüme sebep olabilir.
<br />
<br />
BEYİN KRİZİNİ ÖNLEMEK İÇİN NELER YAPILABİLİR?
<br />
<br />
Beyin Krizi Belirtilerini öğreniniz ve tanıyınız.
<br />
<br />
Beyin krizi belirtilerinden herhangi biri yalnız başına görülebileceği gibi,birkaç tanesi bir arada görülebilir. Bunlar birkaç dakika sürebilecekleri gibi birkaç saatte sürebilirler. Siz veya çevrenizde bulunan herhangi bir kimse bu beyin krizi belirtilerini hissediyorsanız acilen Doktora müracaat ediniz.Belirtiler geçmiş olsa bile bunu ihmal etmeyin. Zira bu belirtiler gelecekteki bir beyin krizinin habercisi veya ikazcısı olabilir.
<br />
<br />
Beyin krizi haberci veya ikaz belirtileri
<br />
<br />
Çoğunlukla vücudun bir yarısında ,yüz kol veya bacakta aniden ortaya çıkan kuvvetsizlik veya uyuşma,his bozukluğu Konuşmada zorluk,söylenenleri anlamada zorluk Bir veya her iki gözde aniden ortaya çıkan görme azalması veya görmede bulanıklık, çift görme İzah edilemeyen denge bozukluğu
<br />
<br />
Bazen beyin krizlerinin öncesinde küçük beyin krizleri olur. Bunlara geçici iskemik atak adı verilir. Bunlar birkaç dakika ile birkaç saat sürebilir. Bu küçük ve en fazla 24 saat içinde tam düzelen küçük beyin krizleri beyne giden kanın geçici kesilmesi ve kısa sürede tekrar düzelmesine bağlı olarak ortaya çıkarlar. Bunlar daha sonra gelişebilecek büyük beyin krizinin önemli ikaz belirtileridir. Küçümsenmemeli ve üzerinde önemle durulmamalıdır. Büyük depremden önce olan zararsız yer sarsıntılarına benzetilebilir.
<br />
<br />
Beyin krizi geçirmeye sebep olabilecek faktörleri ,hastalıkları öğreniniz
<br />
<br />
Bu faktörlere risk faktörleri adı verilir. Bu faktörlere karşı gerekli önlemleri alınız. Gerekli tedavi ve kontrolleri yaptırınız
<br />
<br />
Değiştirilmesi mümkün olmayan risk faktörleri
<br />
<br />
YAŞ İnsan yaşlandıkça beyin krizine yakalanma ihtimali artar CİNS Beyin krizi erkeklerde kadınlardan daha çok görülür IRK Zencilerde beyaz ırka göre daha çok görülür
<br />
<br />
Değiştirilmesi,önlenmesi veya tedavisi mümkün olan risk faktörleri
<br />
<br />
YÜKSEK KAN BASINCI:TANSİYON YÜKSEKLİĞİ
<br />
<br />
Beyin krizine en fazla sebep olan risk faktörüdür. Ancak aynı zamanda en kolay kontrol altına alınabilen bir durumdur. Düzenli olarak tansiyonunuzu ölçtürünüz ve kontrol altında tutunuz
<br />
<br />
SİGARA Beyin krizine yakalanma riskinizi iki misli arttırır. Sigara çiyorsanız hemen bırakınız
<br />
<br />
KİLO:ŞİŞMANLIK Aşırı kilo yüksek kolesterole, tansiyon yüksekliğine ve şeker hastalığına zemin hazırlar veya öncülük eder. Bu 3 durumda Beyin krizine sebep olabilen faktörlerdir. Kilonuzu belirli sınırda tutunuz,diyetinizi ona göre ayarlayın ve yağlı yemeklerden kaçınınız
<br />
<br />
ŞEKER HASTALIĞIİABET Şeker hastalığı damar hastalıklarına sebep olabilir. Damarları bozar. Buda Beyin krizine sebep olabilir. Şeker hastalığınız var ise şeker düzeyini kontrol altında tutun ve gerekli tedavinizi zamanında ve düzenli olarak yaptırın.
<br />
<br />
DAHA ÖNCE BEYİN KRİZİ VEYA KÜÇÜK GEÇİCİ BEYİN KRİZİ GEÇİRMİŞ OLMA Daha önce geçirilmiş krizler başka bir beyin krizine yakalanma ihtimalinizi arttırır. Ancak bazı ilaçlar düzenli alındığı takdirde bu ihtimali azaltır.
<br />
<br />
KALB HASTALIKLARI Bazı kalp hastalıkları özellikle düzensiz kalp ritmi olarak tanımlanabilecek atrial fibrilasyon önemli beyin krizi sebebidir. Düzensiz kalp ritmi özellikle ileri yaşlarda daha çok önem kazanmaktadır. Bazı ilaçlar düzenli alındığında beyin krizine yakalanma ihtimalini azaltırlar.
<br />
<br />
HAREKETSİZ HAYAT TARZI: Hareketsizlik beyin krizine zemin hazırlayabilen önemli bir faktördür. Düzenli eksersiz ve/veya yürüyüş ve spor yapmak çok önemlidir.
<br />
<br />
<br />
<br />
UNUTMAYINIZ!!
<br />
<br />
<br />
BEYİN KRİZİ ÖNLENEBİLİR BİR DURUMDUR
<br />
<br />
<br />
BEYİN KRİZİ ACİL BİR DURUMDUR EVDE VEYA BAŞKA YERDE VAKİT KAYBETMEYİNİZ.ZAMAN ÇOK ÖNEMLİDİR.NE KADAR ERKEN MÜRACAT EDERSENİZ TEDAVİDEN O KADAR ÇOK YARARLANIRSINIZ
<br />
<br />
<br />
BEYİN KRİZİNDE UYGULANACAK BİR ÇOK TEDAVİ ALTERNATİFİ VARDIR.
<br />
<br />
<br />
EN ETKİLİ TEDAVİLER İLK 3- 6 SAATTE UYGULANIR.
<br />
<br />
BEYİN KRİZİNDE TANI VE TEDAVİ ALTERNATİFLERİ
<br />
<br />
Beyin krizini teşhis etme ve krize yakalanma risklerini ortaya koyan tetkikler
<br />
<br />
Beyin krizinin acil tedavisi açısından beyindeki hasarın derecesinin tesbiti ve tipinin tayini mümkün olduğunca erken yapılmalıdır.Beyin krizinin tıkanmış bir damara mı veya beyin kanamasına mı bağlı olduğunun çok süratli bir şekilde ortaya konması çok önemlidir. Çünkü tedavi alternatifleri buna göre değerlendirilecektir.Hastanemizde hastanın durumunu ortaya koyacak gerekli tanının çok süratli bir şekilde konmasını sağlayacak tetkiklerin tamamı vardır. Böylece tanıya çok kısa süre içinde ulaşmamız mümkündür.
<br />
<br />
Tam bir tanı koymak için aşağıdaki tetkiklerin bir kısmına başvurulur.Bir hastada aşağıdaki tetkiklerin hepsini uygulamaya gerek yoktur.
<br />
<br />
Beyin Tomografisi:Hastanın acil olarak müracaatında ilk uygulanan tetkiktir.Kısa sürede beyin krizinin kanamaya veya damar tıkanmasına bağlı olup olmadığı hakkında bilgi verir.Düşük dozda şua ile beyin görüntülenir. Magnetik rezonans:Beyin krizinin olduğu bölge hakkında detaylı bilgi verir beyindeki hasarın derecesinide gösterir.Çok hassas bir tetkik olduğundan özellikle küçük damar tıkanmalarında çok iyi bilgi verir. Manyetik alan kullanılarak özel bir odada yapılan bir tetkiktir. Manyetik rezonans anjio:Beyin damarlarını gösteren bir tetkiktir.Hastanın damarlarına girilmeden ve ilaç verilmeden yapılan ve beyin damarları hakkında bilgi veren bir yöntemdir. Transkraniyal dopler : Beyindeki kan akımı hakkında bilgi veren gerektiğinde hastaya yatağında uygulanan bir yöntemdir Karotis Duplex görüntüleme: Beyne kan taşıyan ana damarları ve dolayısiyle onlardaki tıkanmaları gösteren bir yöntemdir SPECT Bazı özel maddeler kullanılarak beynin kanlanması hakkında bilgi veren bir yöntemdir Beyin anjiografisi: Büyük damarlardan birine bazı özel maddelerin verilmesi ile yapılan ve beyin kan akımı ve beyin damarları hakkında bilgi veren bir yöntemdir. Transözofagal ekokardiografi:Yemek borusu içine bir tüp sokularak direkt olarak kalbi inceleyen bir yöntemdir Bunların dışında risk faktörlerini belirlemeye yarayan diğer yöntemler
<br />
<br />
<br />
Kan tetkikleri
<br />
<br />
<br />
EKG
<br />
<br />
<br />
EKO
<br />
<br />
BEYİN KRİZİ TEDAVİSİ
<br />
<br />
Beyin krizinde ilaç tedavisi gün geçtikçe gelişmekte ve krizin beyinde yaptığı hasarı en aza indirmeye çalışan bir çok yeni ilaç üzerinde çalışılmakta bir kısmı ise kullanılmaktadır.
<br />
<br />
Beyin Krizinde acil tedavi
<br />
<br />
Damar tıkanmasına bağlı beyin krizlerinin büyük kısmında hasar ilk 6 saatte oluşmaktadır. Araştırmalar damarda oluşmuş pıhtıyı çözmek ve beyni beyin krizine karşı daha dirençli hale getiren ilaçlar üzerinde yoğunlaşmaktadır. Beyni beyin krizi sırasında hasara karşı koruyan yani bir anlamda hasarı mümkün olan en az seviyede tutmak için uygulanan ikinci gruba beyin koruyucu ajanlar veya önlemler adı verilebilir.
<br />
<br />
Damardaki pıhtıyı eriten ilaçlar: Bu grupta tPA denen bir ilaç kullanılmaktadır. Beyin krizinin erken devrelerinde beyin damarları içinde oluşmuş pıhtıyı eritebilen bir maddedir. Ancak bu kritik dönem olan beyin krizinin başlangıç dönemlerinde verilme ile mümkündür.İlk birkaç saatte verilmesi önemli olup bu şekilde beyinde hasar oluşması önlenebilmekte veya hasar en az seviyede olmaktadır.Ancak bu ilacın uygulanmasının önemli şartları vardır.En önemli şart mümkün olduğunca erken müracat etmektir. İlk 3 saat çok önemlidir. GATA beyin krizi merkezinde bu ilacı uygulama imkanı vardır. Beyin koruyucu ilaçlar veya ajanlar: Beyni ,beyin krizinde oluşan ve beyinde hasara yol açan olaylardan daha az etkilenir hale getirten ilaçlara beyin koruyucu ilaçlar adı verilir.Bu ilaçlarla ilgili olarak çok yoğun araştırmalar yapılmakta ve çok ümit verici sonuçlar elde edilmekte olup halen uygulanabilen ilaçlar mevcuttur.
<br />
<br />
Beyin krizini önleme
<br />
<br />
Yüksek risk taşıyan hastalarda beyin krizini önlemede kullanılan bir çok ilaç vardır.Bu ilaçların kullanımı özellikle daha önce küçük beyin krizi yani geçici iskemik atak veya geçici beyin krizi geçirenler ile büyük beyin krizi geçirenlerde daha önem kazanmaktadır.Bunlar kanın pıhtılaşmasını azaltan veya önleyen ilaçlar olup kanı sulandırıcı ilaçlar olarak bilinmektedir.Aslında kanın pıhtılaşma yeteneğini azaltan ilaçlar demek daha doğru olur.Bunlar 2 gruptur.
<br />
<br />
Antikoagulanlar damardan veya ağızdan verilebilir Bunlar kanı daha inceltir ve pıhtıyı önlerler Antitrombosit ilaçlar Kanda dolaşan ve pıhtı oluşmasında önemli rolleri olan trombosit denen elementlerin birbirine veya damar duvarına yapışmasını önleyerek etki ederler.Bunların bir araya gelmesi veya damar duvarında kümeleşmeleri önlenerek damarlaın tıkanması önlenebilir ve böylece beyin krizi geçirme riski azaltılır.Beyin krizine karşı önlem alınmış olur..Bu grupta bulunan ve en çok kullanılan ilaç aspirindir.Bu grupta bir çok yeni ilaç vardır.
<br />
<br />
Cerrahi tedavi
<br />
<br />
Bazı durumlarda beyin krizini önlemek için cerrahi yöntemlerde kullanılabilir.Mesele beyne kan taşıyan damarlarındaki daralmalar veya tıkanmalar cerrahi yöntemle kaldırılabilir.Ancak bu cerrahi müdahele için gereken bazı kurallar vardır.Bunları uzman hekimler değerlendirip karar verir. Bunun dışında beyin kanamasına sebep olabilen beyin damarlarındaki baloncuklar ve anormal kan damar yumakları cerrahi yöntemler ile zararsız hale getirilebilir.
<br />
<br />
Hasta bakımı
<br />
<br />
Beyin krizinde tanı ve tedavi yöntemleri yanında bakımda çok önemlidir.Hatta tedavinin önemli bir parçasıdır.Bütün beyin krizleri acil bir durum olup bu krizi geçirenler bir süre yoğun bakımda tutulduktan sonra diğer normal bölüme alınmalıdırlar.Hastanın solunum ,dolaşım ve kalp gibi fonksiyonlarının takibi ,gerekli beslenmesinin sağlanması yanında yatak bakımıda önemlidir.
<br />
<br />
Rehabilitasyon
<br />
<br />
Beyin krizi sonrası ortaya çıkan fonksiyon kayıplarını en aza indirgemek en önemlisi hastayı kimseye muhtaç olmadan bağımsız bir hayat tarzına kavuşturmak rehabilitasyonun en önemli hedefidir..Gereksiz
<br />
<br />
Sakatlıları önler. Beyin krizi sonu oluşan sakatlıkları düzeltme hastaları sakatlıklarına rağmen kendi işlerini kendileri yapar duruma getirmek için rehabilitasyon gereklidir.
<br />
<br />
Beyin krizinde her dakika sayılıdır
<br />
<br />
Beyin krizi ne kadar uzun sürede tedaviye alınırsa başka bir deyişle tedavide ne kadar gecikilirse beyindeki hasar o kadar büyük olur
<br />
<br />
Beyin krizinde tedavinin başarısı belirtiler başladıktan sonra süratle kısa süre içinde ilgili uzman hekim tarafından görülmeyle yakın ilişkilidir.
<br />
<br />
Beyin krizinde de aynen Kalp krizinde olduğu gibi acil tıbbi bakım uygulanmalıdır.
Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-87250760769924174902014-01-31T22:21:00.001+02:002014-01-31T22:21:50.197+02:00Böbrek Nakli<div>
Genel Bilgiler</div>
<br />
<div>
Böbrek nakli ( transplantasyon ), son dönem böbrek yetersizliğinin en başarılı tedavi şeklidir. Böbrek nakli için gereken böbrek 2 kaynaktan sağlanabilir.<br />
<br />
Canlı vericiden<br />
Kadavradan.<br />
<br />
<br />
<br />
Gerek canlı vericiden, gerekse kadavradan yapılan başarılı böbrek transplantasyonlarında diyaliz tedavilerinde olduğu gibi böbrek fonksiyonlarından bazıları değil, tamamı yerine getirilir. Buna ek olarak, hem tüm böbrek fonksiyonları yerine getirildiğinden, hem de hastalar için sürekli diyaliz işlemlerinin oluşturduğu fiziksel ve psikolojik zorluklar ortadan kalktığından dolayı yaşam kalitesi daha iyidir. İnsan dışında bir canlıdan transplantasyon şu anda mümkün olmamakla birlikte çalışmalar ümit vericidir, iyimser bir tahminle 2020 li yıllarda mümkün olabilir. Türk Nefroloji Derneğinin verilerine göre Türkiye?de bugüne kadar yaklaşık 4000 böbrek nakli yapılmıştır. 1998 yılında 382 böbrek nakli yapılmıştır ve ne yazık ki bunların yaklaşık 1/3?ü kadavra kaynaklıdır. Kadavra kaynaklı böbrek nakli oranı Batı ülkelerinde yaklaşık % 80?dir. Bunun nedeni ülkemizde organ bağışlarının henüz istenilen seviyeye ulaşamamasıdır.<br />
<br />
Uygun böbrek seçimi:<br />
Böbrek transplantasyonu yapılabilmesi için alıcı ile verici arasında ABO kan grubu sisteminde uyum olmalıdır; uyum kuralları kan naklindeki gibidir ( O grubu genel verici, AB grubu genel alıcı ); yani O kan grubu herkese böbrek verebilir, AB kan grubu herkesten böbrek alabilir. Rh sisteminin ise bir önemi yoktur; yani Rh negatif bir kişi Rh pozitif bir kişiden böbrek alabilir.<br />
Alıcı ile verici arasında uyum aranan ikinci sistem, doku grubu olarak bilinen HLA sistemidir. HLA sistemi 6. kromozomun kısa kolu üzerinde yerleşmiş doku uygunluk antijenlerini içerir. HLA bölgesindeki antijenler 1. sınıf ( A,B,C ) ve 2. sınıf ( D,DR,DP,DQ ) olmak üzere ikiye ayrılır. Böbrek transplantasyonunda önemli olan A, B ve DR antijenleridir ve her insanda ikişer tane bulunur. Böbrek transplantasyonunda en iyi sonuç doku uygunluk antijenlerinde tam uyum olduğu durumlarda alınmaktadır; vericide alıcıda olmayan DR, B, A antijenleri arttıkça alıcının böbreği reddetme olasılığı artmaktadır.<br />
<br />
<br /></div>
Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-26215889194413624452014-01-31T22:21:00.000+02:002014-01-31T22:21:39.853+02:00Diş Gıcırdatma Depresyona SürükleyebilirDİŞ SIKMA VE GICIRDATMA ALIŞKANLIĞI, YÜZ, ÇENE VE DİŞLERDE AĞRIYA VE KRONİKLEŞMESİ HALİNDE DİŞ KAYBINA NEDEN OLUYOR, KİŞİYİ DEPRESYONA SÜRÜKLEYEBİLİYOR -GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. ALPASLAN: -''KİŞİ, BU ALIŞKANLIĞINDAN KENDİ BAŞINA VAZGEÇEMİYOR VE SÜREKLİ AĞRIYLA YAŞAMAK ZORUNDA KALIYOR. KRONİKLEŞEN AĞRI STRESE, KAYGIYA VE SİNİRE NEDEN OLUYOR VE KİŞİYİ DEPRESYONA SÜRÜKLÜYOR'' -''DİŞLERİN KÖKTEN SALLANMASINA YOL AÇMAKTA, DİŞ YÜZEYİNDE AŞINMAYA BAĞLI SICAK-SOĞUK HASSASİYETİ VE KIRILMALAR ORTAYA ÇIKMAKTADIR''
<br />
<br />
Halk arasında diş gıcırdatma ya da sıkma olarak bilinen ''Bruksizm''in bir süre sonra dişlerde, yüz ve çenede ağrıya yol açarak, kronikleşmesi halinde diş kaybına neden olabildiği ve zamanla ağrının kişiyi depresyona sokabildiği bildirildi.
<br />
Gazi Üniversitesi (GÜ) Diş Hekimliği Fakültesi Ağız, Diş, Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cansu Alpaslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, toplumda diş sıkma alışkanlığının çok yaygın olduğunu ve kişilerin genellikle bu eylemi farkında olmadan yaptıklarını söyledi.
<br />
Diş sıkan her kişinin hasta olarak kabul edilmemesi gerektiğini belirten Alpaslan, dişlerde hassasiyet gelişmesi ve kişiye ağrı vermesi halinde ise önlem alınması gerektiğini bildirdi.
<br />
Alpaslan, diş sıkmanın dişlerde ve çevre dokularda problemlere neden olduğuna dikkati çekerek, ''En çok yüz kaslarına ve çene eklemine zarar vermektedir. Diş yüzeylerinin bozulmasına ve bir süre sonra dişlerin kökten sallanmasına yol açmaktadır. Bu etkiler sonucunda da sağlam olan dişler kaybedilebilmektedir'' diye konuştu.
<br />
<br />
-''DİŞLER GENELLİKLE GECE UYKUDA SIKILIYOR''-
<br />
<br />
Diş gıcırdatma ve sıkmanın genellikle gece, uyku sırasında, istemsiz olarak yapıldığını anlatan Alpaslan, ''Eylem, 3-5 saniyelik olmasına rağmen ortaya çıkan kuvvet hem dişlere hem de dokulara zarar vermektedir'' dedi.
<br />
Alpaslan, diş yüzeyinde aşınmaya bağlı ''diş ağrısı, sıcak-soğuk hassasiyeti ve kırılmalar'' ortaya çıkabildiğine dikkati çekti. Diş gıcırdatma ve sıkmaya bağlı daha ağır bulgulara ise çene ekleminde rastlandığını ifade eden Alpaslan, şunları kaydetti:
<br />
''Dişlere uygulanan fazla basınca bağlı olarak çenede zamanla kilitlenme ortaya çıkabiliyor, hasta ağzını açamıyor. Sabahları, kişide yorgunluk, gerginlik ve yüzde ağrıya neden olabiliyor.
<br />
Sebepsiz gibi görünen ağrı, zamanla kronikleşiyor ve tedavisi güç durumlara yol açıyor. Kronik hale gelen ağrı, kişide depresyona yol açabiliyor. Kişi, bu alışkanlığından kendi başına vazgeçemiyor ve sürekli ağrıyla yaşamak zorunda kalıyor. Kronikleşen ağrı başta, strese, kaygıya ve sinire neden oluyor ve kişiyi depresyona sürüklüyor. Bu da ciddi iş gücü kaybına neden oluyor.''
<br />
Alpaslan, diş sıkmaya bağlı ağrıların zaman zaman kulakta hissedildiğini, zaman zaman da baş ağrısı şeklinde kendini gösterdiğini belirterek, ''Baş ağrılarının büyük bir kısmı diş sıkmaya bağlıdır. Bu nedenle, gerek çene ekleminde gerek yüzde gerekse de dişlerde sebepsiz ağrılarda mutlaka bir çene cerrahisi uzmanına başvurulmalıdır'' diye konuştu.
<br />
<br />
-''İMPLANT YAPILACAK HASTALARDA BU ALIŞKANLIK OLMAMALI''-
<br />
<br />
Diş sıkma ve gıcırdatmanın en önemli sebebinin stres olduğuna dikkati çeken Alpaslan, ''Stres dönemi geçtikten sonra da olay devam ediyorsa, bir psikiyatri uzmanına başvurulmalı'' dedi.
<br />
Alpaslan, stresin yanı sıra bazı ilaçlar ile beslenme şekli ve alışkanlıkların da diş gıcırdatmaya neden olabildiğini belirterek, ''Kahve, alkol, sigara kullanımının da azaltılması gerekiyor. Çünkü, bunlar uyarıcı oldukları için sinir sistemini etkiliyor, sıkma ve gıcırdatmayı tetikleyebiliyor'' uyarısında bulundu.
<br />
Uyku bozuklukları, uyku apnesi ve horlamanın da uyku sırasında diş gıcırdatmanın nedenleri arasında olduğunu ifade eden Alpaslan, bu tür bulgulara dikkat edilmesi gerektiğini söyledi.
<br />
Alpaslan, gündüz dişlerini sıkan kişilerin, bunu fark ettikleri andan itibaren çenelerini serbest bırakılmaları gerektiğini belirtti. Uyku sırasında yaşanan olaylarda ise hekim müdahalesinin gerekli olduğunu vurgulayan Alpaslan, ''Bu hastalara 'gece plağı' diye adlandırdığımız koruyucu bir aparat yapabiliyoruz.
<br />
Uyku sırasında dişlerin birbiriyle temasını engellemek amacıyla alt ve üst çenenin arasına yerleştirilen plaklar basıncı azaltabiliyor ve böylece çevre dokularda oluşacak hasar en alt düzeye indirilebiliyor'' diye konuştu.
<br />
Prof. Dr. Alpaslan, diş eksikliklerinde en sık başvurulan tedavi yöntemlerinden biri olan implant (diş ekme) uygulamasında da bruksizme dikkat edilmesi gerektiğini dile getirerek, ''Eğer implant yapılacak hastada diş gıcırdatma ya da sıkma alışkanlığı varsa implantlar kaybedilebiliyor. Bu tür alışkanlığı olanların implant adayı hasta olmaması gerekli'' dedi. (AA)
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Tarih : 2009-07-11 00:00:00 Diş Gıcırdatma Depresyona Sürükleyebilir ile ilgili diğer haberler
<br />
Diş Gıcırdatma Depresyona Sürükleyebilir
<br />
<br />Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-55601758144939088952010-07-04T16:05:00.000+03:002010-07-04T16:05:31.734+03:00Şok Diyetlere AldanmayınSangu, zayıflamak isteyenlerin ”şok diyet” olarak nitelendirilen, kısa sürede fazla kilo vermeyi sağlayan diyetlere aldanmamalarını istedi.<br />
<br />
Özel bir hastanede görev yapan Sangu, yaptığı yazılı açıklamada, şişmanlığın<br />
birçok kişinin ortak derdi olduğunu, bu nedenle çok sayıda diyet önerisi<br />
bulunduğunu, ancak bilimin bu diyetlerin küçük bir bölümünü doğru kabul ettiğini bildirdi.<br />
<br />
Şişmanlığın bir estetik sorun olmaktan öte bir hastalık olarak kabul<br />
edildiğini, artık kilolu olan kişilerin sağlığı için zayıflama çabasında olduğunu<br />
anlatan Sangu, yapılan araştırmaların, kilo vermenin sayısız faydasını ortaya<br />
koyduğunu vurguladı.<br />
<br />
Sangu, bir kişinin kilo vermeye başladığı andan itibaren insülin direncinin<br />
düştüğünü, dokuların insülini kullanmaya başladığını, kan şekerinin dolayısıyla<br />
açlığın kontrol altına alındığı belirtti.<br />
<br />
Kilo kaybının kolesterol ve yüksek tansiyonu düşürdüğünü, kalp-damar<br />
hastalığı riskini azalttığını, bağışıklık sistemini güçlendirdiğini, hatta<br />
depresyona yatkınlığın bile azaldığını ifade eden Sangu, ”Ancak tüm bu yararlar<br />
kontrollü ve dengeli bir şekilde kilo verildiği zaman ortaya çıkıyor. Sağlıklı ve<br />
kalıcı kilo vermek için haftada 0,5-1 kilogram kaybı yeterlidir. Vücut<br />
ağırlığının yüzde 10-15′ini kaybetmek pek çok hastalık riskini azaltabilir”<br />
dedi.<br />
<br />
***************************************************************************<br />
<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Zayıflama diyetlerinin kişinin günlük makro ve mikro besin ögesi<br />
ihtiyaçlarını karşılaması, damak tadına ve sosyal yaşamına uygun, varsa sağlık<br />
problemlerine çözüm getirici tıbbi öneriler içermesi gerektiğini dile getiren<br />
Sangu, kısa sürede kilo vermeyi hedefleten ve bu kurallara uymayan pek çok<br />
diyetin mevcut olduğunu bildirdi.<br />
<br />
”Yanlış diyetleri uygulayarak hızla zayıflayanlar aynı hızla kilo alırlar,<br />
üstelik sağlıklarından da olurlar” diyen Sangu, hızlı kilo verdiren diyetleri ve<br />
zararlarını şöyle sıraladı:<br />
<br />
-Sihirli şok diyetler: Kısa sürede ağırlık kaybı sağlar, ancak hızlı<br />
kaybedilen ağırlık, yağdan değil yağsız kitleden oluşur. Eski beslenme<br />
alışkanlıklarına geri dönüldüğünde kaybedilen ağırlığın korunması mümkün olmaz, daha fazla kilo artışı olur.<br />
<br />
-Çok düşük kalorili diyetler: 500-800 kalori veya daha az enerji<br />
gereksinimine göre düzenlenmiştir. Kaybedilen ağırlığın korunmasına yönelik<br />
değildir. Çeşitli minerallerin kaybı ve ölümle sonuçlanabilir.<br />
<br />
-Özel ürünleri öneren diyetler: Kişiler doğru beslenme alışkanlığı<br />
kazanmadıkları için ağırlıklarını koruyamazlar. Yetersiz ve dengesiz bir beslenme türü olduğu için çeşitli sağlık sorunlarına da neden olur.<br />
<br />
-Tek besine dayalı diyetler: Monoton ve can sıkıcıdır, besin ögeleri<br />
yetersizliğine neden olur. Çok kısa sürelerde fazla kilo kayıpları sağlansa da<br />
kilo kaybı kalıcı olmaz.<br />
<br />
-Su içme diyeti: Yemek yeme yerine acıktıkça suyun tercih edildiği diyette<br />
hiçbir besin alınmadığından hızlı kilo kaybı gözlenmekte, fakat uzun süre<br />
devamında sağlık problemleri oluşmaktadır, kilolar hızla geri alınır.<br />
<br />
-Öğün atlama: Öğün atlama ile birlikte vücut çalışma hızı düşer. Kilo verme<br />
hızı azalır veya durur.<br />
<br />
-Yağsız yemek yeme: Sağlıksız ve hatalıdır. Yağda eriyen vitaminler vücutta<br />
yeterince emilmez. Uzun süre yağsız diyet uygulaması bağırsakları yavaş<br />
çalıştırır, kabızlık oluşur.<br />
<br />
-Kalori hesabına dayalı diyet: Yetersiz ve dengesiz beslenme söz konusudur.<br />
<br />
-Yanlış diyetlerle önerilen ilaçlar: Kolay yoldan kilo vermeyi amaçlar.<br />
İlaç, bitkisel diyet takviyeleri doktor kontrolü olmaksızın tercih edilir. Sağlık<br />
açısından risk oluşturur.<br />
<br />
-İdrar söktürücü ilaçlar ve saunalar: Su kaybı gerçekleşir, sahte kilo kaybı<br />
olur, sağlığı tehdit edicidir.<br />
<br />
-Protein-karbonhidrat ayıran diyetler: Vücudun asit-baz dengesini bozar,<br />
kolesterolü artırır, tansiyon ve kalp-damar hastaları için zararlıdır. Sadece et<br />
ve salata ağırlıklı listeler karbonhidrat ihtiyacını çok düşürür ve vücuda zarar<br />
verir, davranış değişikliği yapmadığı için tekrar kilo aldırır.<br />
<br />
http://www.haberturk.com/haber.asp?id=2471&cat=220&dt=2006/10/09Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-46038635888478068322010-07-04T16:03:00.001+03:002010-07-04T16:03:43.605+03:00Burnunuzu yavaş silinBurun silme, insanın büyürken vazgeçmesi gereken alışkanlıklarından biridir. Çocukluğunuzda belki de ebeveyniniz burnunuzu silmeniz için sizi desteklemiştir. Aslında burnunuzu yavaş silmenizin bir sakıncası yoktur, yeter ki olanca gücünüzle sümkürmeyin.<br />
<br />
Virginia Üniversitesi’nden bazı bilim adamları nezle olan insanlar sık sık sümkürdüklerinde nezlenin daha uzun sürdüğünü saptamışlardır. Öte yandan burunlarını kâğıt mendille silenlerin nezlelerinin sanıldığı kadar kötüleşmediği de ortaya çıkmıştır.Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-54933381806436809682010-07-04T16:01:00.000+03:002010-07-04T16:01:07.458+03:00Apandisit genel bilgiler<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi7Z2WqcCD-ow41H0yNieh-85PcpDK2sVXUfWX965kvDwWNT9oLtJaS4S1o2l00rpMyIXF1k9UDU7bbIsQuXJ7sJe33dcuu1L0C4Sn43GQmELHJG6OPyHUxvuhHrl4yh1nDFGDadFTD6Z8/s1600/apandisitimage1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" rw="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi7Z2WqcCD-ow41H0yNieh-85PcpDK2sVXUfWX965kvDwWNT9oLtJaS4S1o2l00rpMyIXF1k9UDU7bbIsQuXJ7sJe33dcuu1L0C4Sn43GQmELHJG6OPyHUxvuhHrl4yh1nDFGDadFTD6Z8/s320/apandisitimage1.jpg" /></a></div>Apandisit vücudumuzun neresindedir ?<br />
Apandisit körbağırsağın solucana benzeyen uzantısıdır. 7.5 cm. ile 12,5 cm. kadar uzunlukta, kalın bağırsak başlangıcının altında, karnın sağ kısmındadır. Normal zamanlarda bir kurşun kalem kalınlığındadır.<br />
<br />
Fonksiyonu nedir ?<br />
İnsanlarda hiçbir fonksiyonu yoktur ve hayvanlardan insanlara kalmış bir organ olduğu tahmin edilir.<br />
<br />
Apandisit hastalığı nedir ?<br />
Apandisit, apandisitin etrafının iltihabıdır. Etrafına yayılan iltihaplanma bütü jtı bünyeye bulaşır. Kötü iltihaplanma hallerinde apandisit iltihapla dolabilir. İltihaplanma, apandisit duvarının dışına yayıldığı zaman kangrenli olmaya yüz tutabilir ve apandisiti patlatabilir.<br />
<br />
Apandisit neden ileri gelir ?<br />
Apandisit bakterilerden ileri gelen iltihapları veya sertleşmiş bir cerahat parçasının apandisite kan akımını durdurmasından ve buradaki kan damarlarınım tıkanmasından ileri gelebilir.<br />
<br />
Apandisit hastalığı ne kadar yaygındır ?<br />
Antibiyotik çağından önce karın bölgesindeki ameliyatların en yaygın olanlarından biri apandisitti. Bugün apandisit halleri çok daha az görülmektedir. Apandisite genellikle 20, 30 ve 40 yaşlarındaki kişilerde rastlanılır. Çocuklarda ve gençlerde de apandisit görülebilir. Üç yaşından daha ufak çocuklarda ise bu hastalığa pek nadiren rastlanılmaktadır.<br />
<br />
Apandisit vakaları azalmakta mıdır ?<br />
Evet. Açıklaması mümkün olmayan nedenlerden günümüzde, yirmi otuz yıl öncesine göre apandisit vakalarına çok daha az rastlanmaktadır.<br />
<br />
Apandisit meyve çekirdekleri veya çiklet gibi cisimlerin yutulmasından ileri gelebilir mi ?<br />
Hayır.<br />
<br />
Apandisit bir aile hastalığı olabilir mi veya kalıtımla geçebilir mi ?<br />
Hayır.<br />
<br />
Hangi tür apandisitler vardır ?<br />
a. Had apandisit. Bu tür apandisit genellikle karın krampları, baş dönmesi veya kusma, karının sağ alt kısmında hissedilen bir sancı ile kendisini gösterir. Bu belirtiler aniden ortaya çıkabilir veya birkaç saat içerisinde yavaş yavaş oluşabilir.<br />
b. Tekrarlanan apandisit. Bu hafif apandisit belirtileri ile kendisini gösterir, derhal ortadan kaybolur ve birkaç ay veya birkaç yıl sonra yeniden meydana gelebilir.<br />
<br />
<a name='more'></a><br />
*********************************************************************************<br />
Bir insan kendisinde apandisit olabileceğini nasıl anlayabilir ?<br />
Karındaki kramplardan, baş dönmesi ve kusma hallerinden ve karnın sağ alt kısmında duyulan sancıdan bir kişi apandisitten şüphelenmelidir. Bu belirtiler birkaç defa devam edebilir ve gittikçe şiddetlenebilir. Nabız artışında artış ve hafif ateş de olabilir. İştahsızlık ve kabızlıkta çok kez apandisit belirtilerindendir.<br />
<br />
Karın ağrıları için müshil ne zaman verilmeli ?<br />
Hiçbir zaman. Yapılabilecek en tehlikeli şey müshil vermektir. Bu, apandisitin patlamasına neden olabilir.<br />
<br />
Karın ağrıları başlarsa lavman yapılmalı mıdır ?<br />
Hayır. Ancak doktor hastayı muayene ettikten sonra bunun yapılmasının gerektiğini bildirdiği takdirde lavman yapılabilir.<br />
<br />
Apandisit teşhisi yapıldıktan sonra ameliyat yapılması derhal gerekli midir ?<br />
Evet, had apandisit çok az vakada kendi kendiliğinden geçer ve çok kez iltihaplanma hali patlamaya veya «peritonit» e neden olabilir.<br />
<br />
Apandisiti önlemek için bir çare var mıdır ?<br />
Hayır.<br />
<br />
Apandisit fazla yemek yemekten ileri gelebilir mi ?<br />
Hayır.<br />
<br />
Apandisit teşhisi için ne gibi laboratuar testleri yapılır ?<br />
Kan tahlili yapılır. Had apandisit hallerinde beyaz han hücreleri (lökositler) genellikle normalin üzerinde bulunur.<br />
<br />
Apandisit hali görüldü mü ne kadar bir süre içerisinde hasta ameliyat edilmelidir ?<br />
Birkaç saat içerisinde.<br />
<br />
Apandisit patladığı zaman ne meydana gelir ?<br />
Apandisitten fışkıran cerahat karın boşluğuna dolar ve peritonite sebep olur. Bu çok tehlikeli bir durumdur. <br />
<br />
Bir had apandisit hali buz keseleri kullanılmasıyla tedavi edilebilir mi ?<br />
Hayır. Ancak bazı hafif vakalar hiçbir tedavi görmeden iyileşebilir.<br />
<br />
Hafif bir vaka kendi kendine iyileştiği takdirde daha sonra yeni bir krizin gelmesi için, bir meyil var mıdır ?<br />
Evet. Sonradan gelecek olan halin ilkinden çok daha ciddî olması mümkündür.<br />
<br />
Apandisit ameliyatsız tedavi usulüyle iyileşebilir mi ?<br />
Bazı nadir vakalarda apandisit büyük dozlarda antibiyotik ilâçların verilmesiyle tedavi edilebilir. Ancak bu iyi bir tedavi usulü olarak görülmeyip ameliyattan daha büyük tehlikeler taşır.<br />
<br />
Apandisitin en iyi tedavi yolu nedir ?<br />
Apandisitin ameliyat yoluyla çıkarılması.<br />
<br />
Apandisit ameliyatı ne derece ciddî bir ameliyattır ?<br />
Erken yapılan” bir apandisit ameliyatı hiçbir ciddiyet taşımaz. Eğer ameliyat patlayan bir apandisitten peritonit olan bir hastaya yapılmaktaysa o zaman bu, ciddî bir ameliyat sayılır.<br />
<br />
Apandisit ameliyatı ne kadar sürer ?<br />
Komplikasyon olmayan bir hastaya yapılan ameliyat ancak beş-on dakika sürer. Komplikasyon göstermiş bir vakada, ameliyat bir iki saat kadar sürebilir.<br />
<br />
Apandisit ameliyatından kurtuluş ihtimali nedir ?<br />
Günümüzün ileri operasyon ve antibiyotik çağında apandisit ameliyatından yaklaşık her ameliyat gören hastaneden sapasağlam çıkar.<br />
<br />
Apandisitin ne gibi komplikasyonları olabilir ?<br />
En büyük komplikasyon peritoniti meydana getiren apandisitin patlamasıdır. Bazı tedavi olmayan hallerde apandisitten çıkan cerahat karaciğere karışarak karaciğer apseleri meydana getirebilirse de bu gibi olaylara çok az rastlanır.<br />
<br />
Apandisite yapılan ameliyatta ne gibi anesteziler kullanılır ?<br />
Ya omurilik anestezisi, solunum yoluyla verilen siklopropan veya diazot monoksit gibi gazlar.<br />
<br />
Apandisit ameliyatında hastanede kalma süresi ne kadardır ?<br />
Komplikasyon olmayan bir vakada yaklaşık bir hafta. Eğer apandisit patlamışsa hastanın hastanede birkaç hafta kalması gerekebilir.<br />
<br />
Apandisit ameliyatında ensizyon nereden yapılır ?<br />
Karnın sağ alt kısmından. Ensizyonlar ya eğik ya da uzunluğuna yapılır. Bunların uzunluğu genellikle beş ile on santim arasında olur.<br />
<br />
Ensizyonun uzunluğu önemli midir ?<br />
Kesinlikle hayır. Bazı operatörler daha uzun ensizyonlardan çalışmayı tercih etmektedirler. Şurası bilinmeli ki ensizyonlar yandan yana iyileştiklerinden dolayı bunlar uzun da olsalar, kısa da, aynı zaman süresi içinde iyileşirler.<br />
<br />
Operasyondan önce tedavilere ihtiyaç var mıdır ?<br />
Komplikasyon olmayan hallerde hayır. Komplike vakalarda ise ameliyat öncesi damardan solüsyonlar ve büyük dozlarda antibiyotik verilmesi gerekebilir. Ayrıca burundan, bağırsaklara ameliyata engel olabilecek sıvı ve gazları bertaraf edebilmek için bir tüp indirilmesi de gerekli olabilir.<br />
<br />
Ameliyattan sonra özel hemşireler gerekli midir ?<br />
Genel apandisit vakaları için hayır.<br />
<br />
Ameliyat sonrası dönemde aşırı sancı duyulur mu ?<br />
Hayır.<br />
<br />
Ameliyat sonrası ne gibi tedaviler gereklidir ?<br />
Komplike olmayan vakalarda ameliyat sonrası herhangi bir tedavi usulü gerekli değildir. Ancak, patlamış bir apandisit ameliyatından sonra sıvıların ağızdan verilmesi doğru olmadığından bunlar enjeksiyon vasıtası ile damar yoluyla verilmelidir. Ayrıca, bağırsak bölgesini boş bırakmak ve yayılmaları önlemek için burun yoluyla mideye bir lâstik boru indirilmesi gerekli olabilir. Patlama olaylarında peritoniti önlemek için büyük dozlarda antibiyotik verilmesi gerekebilir.<br />
<br />
Apandisit ameliyatını müteakip hasta, ne kadar zaman sonra yataktan kalkabilir ?<br />
Komplike olmayan ameliyatları müteakip hasta, ameliyattan bir gün sonra yataktan kalkabilir. Peritonit hallerinde hasta yataktan günlerce, bazen de haftalarca kalkamaz.<br />
<br />
Ameliyat yarasının kapanması ne kadar sürer ?<br />
Komplikasyon olmayan hallerde yara birkaç gün, en geç bir hafta içerisinde kapanır. Patlayan bir apandisitte dren kullanıldığı vakalarda apandisit ameliyatı yarasının kapanması bazen haftalarca sürebilir.<br />
<br />
Apandisit ameliyatı yarası sık sık enfeksiyona uğrar mı ?<br />
Uğrayabilir! Çünkü enfekte olan bir organ (apandisit) bu yaradan çıkarılmış olduğundan karın duvarına çıkarıldığı sırada bulaşmış olabilmesi mümkündür.<br />
<br />
Apandisit ameliyatından sonra yaralardan sızıntı olması tabii midir ?<br />
Evet. Ameliyattan birkaç gün sonra pembemsi bir sıvının yarada toplanmış olduğu çok kez görülür. Operatör bunu bir kıskaçla bertaraf eder. Bu tedavi fazla sancıya yol açmaz.<br />
<br />
Apandisit ameliyatından sonra özel bakıma ihtiyaç var mıdır ?<br />
Komplike olmayan vakalarda hayır.<br />
<br />
Apandisit ameliyatından sonra sürekli yan tesirler kalır mı ?<br />
Hayır.<br />
<br />
Ameliyat yarası vücudu çirkinleştirir mi ?<br />
Komplike olmayan vakalarda hayır. Ancak, enfeksiyonlu bir yaraya dren konduğu.takdirde karnın sağ alt kısmında çirkin bir yara izi kalabilir.<br />
<br />
Apandisit çıkarıldıktan sonra bağırsak mekanizması eski fonksiyonlarını eksiksiz yapar mı ?<br />
Evet.<br />
<br />
Apandisit çıkarıldıktan sonra bunun tekrarlanması mümkün müdür ?<br />
Apandisit çıkarıldığı takdirde hayır. Çok az vakalarda patlamış bir apandisite veya apandisit, operatörün erişemeyeceği bir yerdeyse ve operatör apandisiti temizlemekle yetinirse, o zaman apandisiti daha ileri bir tarihte çıkarma, lüzumu meydana gelebilir.<br />
<br />
Apandisit ameliyatında neden bazen apandisit yerinde bırakılır ?<br />
Çünkü bazı apandisitlerin çıkarıldığı takdirde cerahatin karın boşluğuna yayılma tehlikesi artmaktadır. Özellikle lokal bir apse meydana gelen apandisit olaylarında, bu gibi durumlarda apandisit apsesi basit drenaj usulüyle temizlenir ve hastanın iyileşmesi temin edilir. Bu gibi hallerde hasta, sonradan kesinlikle ameliyat olmalıdır. Çünkü apandisit içeride bırakıldığı zaman yeni apandisit cerahati hallerinin olması devamlı bir tehlike olarak kalmaktadır.<br />
<br />
Bu gibi hallerde apandisit yerinde bırakıldığı takdirde bu apandisitin sonradan çıkarılması gerekli midir ?<br />
Evet. Esas krizden hasta kendine geldikten sonra en az altı ile on hafta arası apandisin çıkarılması için operatöre başvurması gereklidir.<br />
<br />
Bir kadın apandisit ameliyatı olduktan sonra gebe kalmasında bir mahzur var mıdır ?<br />
Hayır yoktur.<br />
<br />
Apandisit ameliyatından sonra özel perhizler gerekli midir ?<br />
Hayır.<br />
<br />
Apandisit ameliyatından sonra yaranın sızlaması normal midir ?<br />
Evet. Bu yarada sancının haftalarca duyulması normaldir.<br />
<br />
Komplike olmayan bir apandisit ameliyatından sonra aşağıdaki şeyler ne kadar süre içerisinde yapılabilir ?<br />
Banyo => Yara kapanır kapanmaz.<br />
<br />
Sokakta yürümek => Yedi ile on gün arası<br />
<br />
Merdiven çıkıp inmek => Yedi ile on gün arası<br />
<br />
Ev işleri yapmak => Üç ile dört hafta arası<br />
<br />
Otomobil kullanmak => Üç ile dört hafta arası<br />
<br />
Karı-kocalık ilişkileri => Üç ile dört hafta arası<br />
<br />
Göreve dönmek => Üç ile dört hafta arası<br />
<br />
Bütün normal fizikî faaliyetlere yeniden başlamak => Altı ile sekiz hafta arasıKeywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-91674064009450491982010-07-04T15:53:00.000+03:002010-07-04T15:53:13.680+03:00Kulak, burun vb. deldirme işlemini abartmayın<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMeiNKZVq_uNJSOLkurlmKTSSYPSb150M4kowqTNbm5udb3s8jtjP2JP1OQ-lGTNws4FWOiesS7INb9nFnyyt5hd4BgHe2yETE6JvPaOoat1N20Q65FwvdnGJ7mSof0h5Ok80D6j8kF2E/s1600/kupe2.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; cssfloat: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" rw="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMeiNKZVq_uNJSOLkurlmKTSSYPSb150M4kowqTNbm5udb3s8jtjP2JP1OQ-lGTNws4FWOiesS7INb9nFnyyt5hd4BgHe2yETE6JvPaOoat1N20Q65FwvdnGJ7mSof0h5Ok80D6j8kF2E/s320/kupe2.jpg" /></a></div>Kulak memesi deldirilmesi bedenin en az tehlikeli olan bölümüdür. Kulağın diğer yerleri kıkırdak içerir ve kulak memesinden daha uzun sürede iyileşir.<br />
<br />
“Bu ülkede yapılan beden deldirmelerinin yansı profesyonel değil amatör kişilerce yapılmaktadır,” diyor Pittsburg Üniversitesi Dişçilik Bölümü profesörlerinden Dennis Ranalli. “Çocuklar bunu kendi aralarında yapmaktadırlar.” Gerçekten de internetten yetmiş beş dolara deldirme işlemi için gerekli olan aletleri içeren bir “pier-cing kit”i almak olasıdır. Bu kitin içinde antiseptik yoktur.<br />
<br />
“Şu anda bana gelen bir hastam topluiğneyle gözkapaklannı delmiş. Şimdi gözkapaklan iltihap ve enfeksiyon içinde,” diyor dudaklara yapılan piercing’i inceleyen Dr. Ranalli. Profesörün bizlere piercing’le ilgili anlatacağı birçok korku dolu öykülerden biri de Ludwig anjini (alt çene açısı civarında ağız zemininin flegmonu) ile bakterilerle ilgili endokard iltihabı (kalp dokularının enfeksiyonuydun Dr. Ranalli piercing aracılığıyla HTV mikrobunun bulaştığını, dudak piercing’iyle kan basıncının yükseldiğini belirtiyor.<br />
<br />
“Bu tür belirtileri yalnızca piercing yaptırdığınız bölgede hissedip, “Ah, dilim acıyor,” gibilerinden şikâyetlerle sınırlı kalmaz,” diyerek şöyle devam ediyor Dr. Ranalli. “Bu tür şikâyetler çok ciddi, yaşamı tehdit edici boyutta olabilir. Bu tür şikâyetlerin tedavisi de sanıldığı kadar kolay değildir.” Dr. Ranalli korktukları için dişçiye gitmeyen, ama en ilkel koşullarda piercing yaptıran çocuklann durumuna hayret ediyor. “Dişçiye gitmiyorlar ama dillerine kocaman bir delik açmaktan da korkmuyorlar. İşte bu çok garip,” diyor Dr. Ranalli.<br />
<br />
Oregon Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı bir araştırma bedenin herhangi bir verine yaptırılan piercing’in enfeksiyona neden olma olasılığı kulak memesinin delinmesiyle oluşacak sorunlardan yüzde 50 daha fazla olduğunu ortaya çıkarmıştır.Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-40052279478509632022010-07-04T15:50:00.000+03:002010-07-04T15:50:36.440+03:00Vitamin için doğru adres: zeytinyağı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiROJaQz1YL5IIVeO8GpXvf_Yno-yhi-ATiR9WFHvG3rw49jikNiR6zXLjLXE-4AcGabe8tmkxBe7JPJTaXO2tA676WYuDujvaXAvwBzIbtpRe2aT9-t5gTxsLk0J6BGNaqYDDimniTbN4/s1600/4713eb9db2f8f140bce0cb6.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" rw="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiROJaQz1YL5IIVeO8GpXvf_Yno-yhi-ATiR9WFHvG3rw49jikNiR6zXLjLXE-4AcGabe8tmkxBe7JPJTaXO2tA676WYuDujvaXAvwBzIbtpRe2aT9-t5gTxsLk0J6BGNaqYDDimniTbN4/s320/4713eb9db2f8f140bce0cb6.jpg" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br />
</div>Zeytinyağı içeriğinde birçok vitamini de barındırıyor. Bu vitaminler sağlık kadar güzellik için de önemli.<br />
<br />
E Vitamini: Zeytinyağı bol E vitamini içeriyor. Bu vitaminin ise pek çok yararı var: Hücre zarını stabilize ederek, erken yaşlanmaya engel oluyor. Serbest radikalleri nötralize ederek, hücrelerimize zarar vermelerini engelliyor. Aynı şekilde, alyuvarlarımızın yıkımını önlüyor. Beyin, karaciğer, ve kan damarları da E vitamini koruması altında. Kötü huylu (LDL) kolesterolün damar sertliği yapmasını engelliyor. Böylece yüksek tansiyon, kalp krizi, felç gibi hastalıklar önlenmiş oluyor. Kolesterol sinir hücrelerinin izolasyonunu sağlıyor.<br />
<br />
Kolesterolün okside olması, beyin hücreleriyle ilgili Parkinson, Alzheimer gibi hastalıklara neden oluyor. Bunların önlenmesinde e vitamini büyük rol oynuyor. E vitamini bağışıklık ve savunma sistemini güçlendiriyor, böylece enfeksiyon hastalıklarından koruyor. Güçlü, sağlıklı ve güzel bir cilt için de E vitamini dolayısıy-lada zeytinyağı gerekli E vitamini azlığı kısırlıkta da negatif bir rol oynuyor.<br />
<br />
A Vitamini: Zeytinyağı A vitamini açısından da oldukça zengin bir yağ. Yağda erimiş olmadıkça bağırsaklarda emilmeyen bu vitamin, zeytinyağından alındağında vücut tarafından kolayca emiliyor. A vitamini eksikliğinde görme bozuklukları oluşuyor. Vücudumuzu dıştan örten derinin oluşumu ve sağlık kalması, için de bu vitamin gerekli. Aynı şekilde burun, ağız, yemek -borusu, mide, bağırsaklar ve vajina iç derisinin sağlıklı olması için yine bu vitamin gerekli. A vitamini kıkırdak dokusunun da vazgeçilmez destekleyicidir. Güzel bir cilt, sağlıklı salar ve kuvvetli tırnaklar için A vitaminin ihtiyacımız var. A vitaminin ön maddesi olan Betakaroten en kuvvetli antioksidan vitaminlerin başında geliyor.<br />
<br />
D Vitamini: Zeytinyağı D vitamini açısından da zengin. Bu vitaminin en büyük vazifesi; kalsiyum ve fosforun emilimini sağlayıp, kemik oluşumunu ve büyüme çağından sonra da onların devamlı şekilde güçlü kalmasını sağlamak. Gelişme çağında bu vitamin yeterince alınmızsa, yumuşak kalan kemikler ki bilhassa bacaklar, vücut ağırlığından dolayı deforme oluyor. 0 ve X bacak şeklini alır ki, bu durum tıpta “raşitizim” olarak adlandırılıyor. D vitaminine yaşamımızın her safhasında ihtiyacımız var.Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-43780345598219066732010-07-04T15:48:00.000+03:002010-07-04T15:48:15.746+03:00Daha az stres (daha iyi olmak, mutlu olmak)Çok uygunsuz bir beslenmeniz ve çok fazla serbest radikal üretiminiz varsa (bunlar yaşlanmamızı hızlandırırlar) ikinci olarak kuşkusuz stres de vardır. Birçok şekilde karşımıza çıkabilir, ofisimizdeki meslektaşlarımızla hoşgörümüzü ortadan kaldırır, arzularımızı yok eder, şehirlerimizdeki gürültü gibi küçük şeylere durmadan sinirleniriz, (treni kaçırmak, bir sakızın üzerine basmak, bir fermuarı açarken sıkıştırmak…) kişilere sinirlenmek vs. Uzmanların görüşüne göre stres bir uyumdan ya da değişimden önce her zaman başa gelen bir şeydir. Stres hem iyi hem de kötü olarak hayatımızda yer alır. Değişim boyunca stresli olmak pozitif olarak değerlendirilebilir (bir evlilik, taşınma) ya da kötü stres (boşanma, işten çıkarılma).<br />
Günlük dilde, “stres” tanımı her zaman negatif bir anlam içerir, “stres” genellikle uyum kapasitesizliği olarak nitelendirilir. Bir nedene ya da başka bir şeye ulaşmadan, bir durumdan kaynaklanan ve hayatımızı bozan bu durumdan kurtulmamız gerekir.<br />
Çünkü stresin ötesinde önemli olan tepki gösterme biçimi-mizdir. Gerçekte çok fazla stres yaşarız ve bunlar son derece doğaldır, ama bazı insanlarda bu önemlidir, durumlarını yansıtırlar, aşırılık davrnırlar, bazılarıysa bu sınavlardan geçerken zorlansa da kimseyi suçlamazlar. Bu iki uç arasında diğerleri bizler ve sizler varsınız ve düşlerimizi az ya da çok ruh sağlığımızı, sağlığımızı, neşemizi aynı zamanda isteklerimizi etkileyen stres var.<br />
<br />
<br />
***********************************************************************<br />
<br />
<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
*********************************************************************************<br />
Stres<br />
* Kan basıncını yükseltir<br />
* Kardiyolojik rahatsızlıkları arttırır (% 20 oranında)<br />
* Beyni bozar (yakın zamanda yapılan bir çalışmada zihinsel kapasiteyi azalttığı görülmüştür)<br />
* Hafızayı bozar<br />
* Gelişme bozukluğu<br />
* Libido bozukluklarını tetikler, iştahsızlık (anoreksia, blumia)<br />
* Endişe bozukluğu, uykusuzluk<br />
* Bağışıklığın gelişmemesi (çok kolay hastalanma)<br />
* Çeşitli ağrıları tetikler (klasik karın ağrıları, ama hangi organlar olduğu önemli değildir “kalp bölgesinde” aşırı karıncalanma vs.)<br />
* Solunum bozuklukları<br />
<br />
Ve Okinavva’da<br />
Yaşamak için bir amaç vardır, mutluluğun virüsleri tarafından zorla bulaşan bir amaç. Somurtkanlığın uzağında bizi sık sık depresyona sürükleyen bir çağdaşlaşmanın içerisindeyiz. Okinavva’da aksine bir hoşnutluk vardır. Güneşten hoşnutturlar, kokulardan, komşularıyla çene çalmaktan, kısaca orada olmaktan hoşnutturlar. Yaşamlarını kaybetmemek için basit, ama önemli şeyleri vardır.<br />
<br />
Büyüteçle bakıldığında Okinavva’da her şeyden önce rahat bir düzen vardır; elbette bir beslenme vardır, gerekli besinlere sahip olan anti-stres maddeler üreten (vitaminler, magnezyum, bitkisel proteinler, iyi yağlar), ama iyi olan başka faktörler de vardır bunlar şu şekildedir.<br />
<br />
* Zaman ilişkileri farklıdır: Hoş olmayan bir şekilde sağa sola telaşla koşulmaz, akşam oluyor diye önce yarım olan her şeyi tamamlamaya çalışmazlar, küçük kuyruklarda vakit öldürmezler, bir otobüse yetişmeye uğraşmazlar kuşkusuz beklemezler de; bir günü 24 saat olarak sınırlandırmazlar…..<br />
* Toplumda yetişkinlerin yeri bizim onlara ayırdığımız yerden tümüyle farklıdır. Batılı gençlerin uzağında, Okinavva’da yeni nesil, yaşlılarla karşılıklı uyum içerisindedir, yetişkinlere saygı gösterirler ve saygı duyarlar. Kadınlar özellikle bazı yaşlarda ailesel ve sosyal dokuda köklü bir rol oynarlar.<br />
* Dostluk anlayışı çok gelişmiştir. Komşular arasında konuşmalar, birbirlerine gidip gelmeler (sadece özel günlerde, bayramlarda değil), yardımlaşmalar yaygındır.<br />
* Kişilikleri ve yaşam stilleri sayesinde Okinavva’lılar doğal koruyucu bir kalkan ortaya çıkardılar: Anti-stres. Hiç çaba-lamaksızın kendi kendilerini kontrol edebildiler, (öfke patlaması olmadan, uygunsuz hareketlerde bulunmadan) sağlam bir tabiattan zevk aldılar (dişlerini sıkmadan) herkes büyük bir uyum içerisindeydi, (tarihsel geçmişlerinin zenginlikleriyle, zorunlu olarak) ve bütün felaketlerde iyimserdiler. Diğer yandan onların negatif duygu oranları bizimkine oranla çok düşüktür: Kin, düşmanlık yoktur, kaygı aşağı düşme düşüncesi yoktur, -mesleklerinde örneğin- düşüncesiz ya da içgüdüsel hareket etmezler, güvensizlik duyguları yoktur. Bütün bunlar ortaya koyar ki Okinavva’lılar kusurluluğun karşısındadırlar ve stres onların üzerinde pek etki etmez. Onların güçlü kişiliklerinde hiçbir pürüz yoktur, aksine: Ünlü asırlıklar incelendiğinde iyi gelişmiş bir karaktere sahip oldukları görülür. Kısacası, raporlarında ılımlı, uysal oldukları iyi gelişmiş ve ruh bozuklukları olmadıkları belirlenmiştir. Böylece bütün anlaşmazlıklar ortadan kalkar, bizden daha az gürültüyle patlak verir ve ara sıra faciayla sona erer. Hiçbir sır gizli kalmaz, ciddi bir eğitime sahip olmak, kendi üzerlerinde çalışmak, savaş sanatlarıyla uğraşmak;kısaca bu kültürel denge bizim için de her biri ulaşabilirdir.<br />
<br />
Stres arttırıcı etkenler<br />
* Sürekli olarak zamanla yarışmak<br />
* Çözümü olmayan anlaşmazlıklar<br />
* Dengesiz, vitamin ve mineraller açısından fakir bir beslenme (özellikle magnezyum)<br />
* Kendini kontrol edememe<br />
<br />
Stresi azaltıcı etkenler<br />
* Kendiyle meşgul olmak (banyo, sanatsal etkinlik, arkadaşlarla dışarı çıkmak)<br />
* Herkesle ilgilenmek (iyiliksever, gönüllü)<br />
* Zamanın tadını çıkarmak (öğle uykusu)<br />
* Sakin bir çevrede yaşamak<br />
* İnanmak (bir şeylere, birilerine)<br />
* Projeler üretmek<br />
* Dengeli yemek yemek (iyi yağlar, iyi proteinler, az şeker, vitaminler ve mineraller…)Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-51523902157668855262010-07-04T15:44:00.000+03:002010-07-04T15:44:41.106+03:00Doğanın eczanesinden<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhjXtXcTzeW3v3xXwYxH1lT_2oLTa2_j4r0ag1VfoFgGe6uaE1OS0Vo0PTi_IlRczSaHyzVeYLdoTfq7VacvXP35sewRohDMlRLISuCSCCLBdZ6zXlghcCmEI0nkDHzKK5PV2JQ_rwCAtY/s1600/sifali.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" rw="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhjXtXcTzeW3v3xXwYxH1lT_2oLTa2_j4r0ag1VfoFgGe6uaE1OS0Vo0PTi_IlRczSaHyzVeYLdoTfq7VacvXP35sewRohDMlRLISuCSCCLBdZ6zXlghcCmEI0nkDHzKK5PV2JQ_rwCAtY/s320/sifali.gif" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br />
</div>Tansiyon<br />
<br />
<br />
Un: Yapıldığı tahılın besin değerlerini içerir. B vitaminleri, E vitamini, demir ve magnezyum açısından oldukça zengindir.<br />
<br />
Karaciğer: Bağışıklık sistemi, cilt ve keskin gözler için gerekli olan A vitamini açısından zengindir. Küçük bir porsiyonu, günlük A vitamini ve demir ile aylık B12 vitamini ihtiyacını giderir.<br />
<br />
<br />
<br />
İdrar yollan<br />
<br />
Nane: İdrar söktürücü özelliğe sahiptir. İçerdiği mentol, midenin normal işlevini görmesine neden olur. Vücuda giren grip mikrobuna karşı savaştığı gibi, ileri yaşlarda ülsere yakalanma riskini de azaltır. Sabahları mide bulantısını keser. Nane çayı, baş ağrısı, stres gibi hastalıkların yanı sıra mide yanmasına da birebirdir.<br />
<br />
Ancak nane çayını aç karnına değil tok karnına için.<br />
<br />
Elma: İçindeki C vitamini ve pektin oldukça faydalıdır. Kolestrolü düşürür, sindirim sistemini düzenler ve idrar ve hacet yollarındaki sorunları giderir.<br />
<br />
Kepekli ekmek: B3 vitamini, demir, potasyum ve folik asit içerir. Günde 2 dilim yemek iyi gelir. Fazlası idrar yollarına zararlıdır.<br />
<br />
<br />
<br />
Karın ağrısı<br />
<br />
Papatya Çayı: Bağırsak yollarında toplanan gazı çıkartır, sindirim sistemini düzenler, mide ağrısını keser.<br />
<br />
<br />
<br />
KAYNAK : http://www.saglikbilgisi.gen.tr/doganin-eczanesinden.htmlKeywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-45309419982413436022010-06-26T01:07:00.000+03:002010-06-26T01:07:18.693+03:00Doktor, Çocuğum Cok Yaramaz!...Hazırlayan: Doç. Dr. Sadi Akşit <br />
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediyatri Anabilim Dalı<br />
<br />
Çocuk eğitiminde cezanın yeri <br />
İyi davranışların takdir edilmesi <br />
Çocuğa değişik seçenekler sunmak <br />
Yapılması istenen davranışı bir oyuna dönüştürmek <br />
İleriye dönük plan yapmak <br />
Olumlu davranışını takdir etmek <br />
1. Doğal sonuçlar <br />
2. Mantıklı sonuçlar <br />
3. Çocuğun çok istediği bir şeyi kısıtlamak <br />
4. Belli bir süre bir yerde bekleme cezası <br />
Etkili bir eğitim için bazı öneriler <br />
Çocuk eğitiminde tokatın yeri var mı? <br />
Çocuğa hangi davranışlarının iyi, hangi davranışları yapmaması gerektiğini öğretmek ebeveynlerin görevidir. Bunların çocuğa öğretilmesi aslında sanıldığı kadar zor değildir, ancak biraz sabır gerektirir. Özellikle küçük çocukların öğrenmesi zaman aldığından, hatalı bir davranışı değiştirmek genellikle birkaç haftalık bir çalışmayı gerektirir. Bunun için acele edip hemen ümitsizliğe kapılmamalıdır. <br />
<br />
<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Çocuk eğitiminde cezanın yeri <br />
<br />
<br />
Terbiye etmek denilince pek çok kişinin aklına hemen cezalandırma gelir. "Dayak cennetten çıkmadır" ya da " Kızını dövmeyen dizini döver" gibi atasözleri, ülkemizde cezalandırmanın çocuk eğitiminin bir parçası olarak asırlarca kullanıldığının bir kanıtı olarak dilimizde yer etmiştir. Terbiye etmek ve cezalandırmak birbirinden çok farklı kavramlardır. Terbiye, çocuğa olumlu davranışların, kendini nasıl kontrol etmesi gerektiğinin öğretildiği ve içinde ödüllendirmenin de yer aldığı bir sistemdir. Cezalandırma ise daha negatif bir anlam taşır; çocuğun yaptığı ya da yapmadığı bir davranışın arkasından gelen bir sonuçtur. "Terbiye etmek" bizim geleneklerimizde genellikle cezayı çağrıştırdığından, "eğitmek" kavramının kullanılması daha yerinde olacaktır. Çocuk yalnızca yanlış yaptığı zamanlarda değil, diğer zamanlarda da davranışları konusunda eğitilmelidir. Hatalı davrandıkları zaman çocuklara kızma ve azarlama yerine, olumlu davrandıklarında yüreklendirme ve takdir etme, onların yanlış davranışlarını daha kolay değiştirmelerini sağlayacaktır. Çocuklar kendilerine değer verildiğini gördükçe kendilerini daha iyi hissedecek, çevredekileri daha fazla dinlemeye gayret edecektir. <br />
<br />
İyi davranışların takdir edilmesi <br />
Çocuğun ilerideki davranışlarının temeli daha doğumdan itibaren biçimlenmeye başlar. Örneğin, bebek altını kirlettiği ya da acıktığı zaman ağlayarak isteklerini belirtir. Anne hemen onun yanına gidip isteğini karşıladığında, bebek annesinin yanında olduğunu bilerek ona güven duyar. <br />
<br />
Bebek iki aylık olduğu zaman, kendi kendine uykuya dalmasına izin verilmelidir. Bu aydan itibaren, bebeğin uyku, beslenme ve oyun zamanları aileye uyum sağlayacak biçimde belirli bir düzene konulmaya çalışılmalıdır. Bebek emeklemeye ve yürümeye başladıktan sonra gereken güvenlik önlemleri alınmalı, onun için tehlikeli olabilecek cisimler ortalıkta bırakılmamalıdır. Çocuk için tehlikeli olmayacak eşyalar ise, merakını gidermesi açısından onun ulaşabileceği yerlere konulmalıdır. Örneğin, ağır tencere ve çaydanlık gibi çocuğun yaralanmasına neden olabilecek eşyalar dolapta kilitli tutulurken, daha hafif olan tabaklar ve plastik eşyaların konulduğu dolaplar açık tutulabilir. Çocuğun hareketlenmeye başladığı bu dönem, ona en fazla dikkat gösterilmesi gereken dönemdir. Örneğin, bebek soba ya da elektrik ocağı gibi sıcak bir eşyaya yaklaştığında, "hayır, sıcak!" gibi ifadelerle oradan uzaklaştırılmaya çalışılmalı ve oynaması için eline bir oyuncak verilmelidir. Başlangıçta bebek bunun bir oyun olduğunu zannedip gülse bile, birkaç hafta sonra onun zararlı bir şey olduğunu öğrenecektir. <br />
<br />
Çocuk 18 aylık olduğunda çocuğun kontrol edilmesi biraz daha zorlaşır. Bu yaşlarda çocuk kendi gücünün sınırlarını öğrenmek ister. Bu dönemde, anne, baba birlikte, onun hangi davranışlarına izin verip hangilerine vermeyeceklerini kararlaştırmalıdırlar. Böylece çocuk da bir ikileme düşmemiş olur. Ebeveynin nasıl davranması gerektiği konusunda aşağıda bazı ipuçları verilmiştir: <br />
<br />
a. Çocuğa değişik seçenekler sunmak <br />
Belirli sınırlamalar getirirken, aynı zamanda belirli bir serbestlik de tanınmış olur. Örneğin "Oyuncaklarını kendin mi toplamak istersin, yoksa sana yardım edeyim mi?" denilebilir. <br />
<br />
b. Yapılması istenen davranışı bir oyuna dönüştürmek <br />
Eğer çocuktan istenen davranış ilginç bir hale getirilirse çocuk bundan zevk alacaktır. Örneğin, ona "Hadi bakalım yarış yapalım, hangimiz daha çabuk elbisesini giyecek?" denilebilir. <br />
<br />
c. İleriye dönük plan yapmak <br />
Çocuk hep aynı olumsuz davranışları yineliyorsa, örneğin, bakkala gidildiği zaman sürekli bir şeyler istiyor, tatsızlık çıkarıyorsa, başka bir zamanda bunun doğru olmadığı ona öğretilmelidir. Bunun için, çocuğun karnının tok olduğu bir zaman bakkala götürülerek alıştırılmaya çalışılmalıdır. Sıkılmaması için de çocuğun yanında oyuncak ya da kitap vb. götürülebilir. <br />
<br />
d. Olumlu davranışını takdir etmek <br />
Çocuk olumlu bir davranış gösterdiğinde bu davranışı nedeniyle onurlandırılmalıdır. Bu, her zaman çocuğa hediye alınması anlamına gelmez; ona sarılıp "Bugünkü güzel davranışından dolayı çok mutlu oldum, teşekkür ederim" demek de onu çok mutlu edecek, ilerideki davranışları için yüreklendirecektir. Ama bazen işler yolunda gitmeyebilir. Eninde sonunda, çocuk anne ya da babasını dinlemediğinde, onların nasıl davranacağını, gerçekten söylediklerini yapıp yapmayacaklarını sınamak isteyecektir. Eğer çocuk ebeveynleri dinlemiyor ise, bu durumda başvurulacak bazı yöntemler vardır: <br />
<br />
1. Doğal sonuçlar <br />
Çocuk yaptığı hareketin doğal sonuçlarına katlanmasını öğrenmelidir. Ancak bu sonuçlar çocuk için herhangi bir tehlike yaratmamalıdır. Örneğin, çocuk sütünü kasıtlı olarak dökmüşse, o öğünde yeniden süt içemeyecek ya da eğer oyuncağını kırmışsa artık o oyuncakla oynayamayacaktır.Bu kendisinin yaptığı davranışların bir sonucu olduğu için de anne ya da babayı suçlamayacaktır (kendi düşen ağlamaz kuralı). Böylece çocuk sütünü bir daha dökmemesini, oyuncağı ile daha dikkatli oynamasını kısa zamanda öğrenecektir. <br />
<br />
2. Mantıklı sonuçlar <br />
Çocuğun doğal sonuçlarla öğrenmesi en iyisidir. Ancak bu her zaman işe yaramayabilir. Örneğin, anne çocuğa oyuncaklarını toplamasını söylemişse ve çocuk da bunu yapmıyorsa ne yapılabilir? İşte bu durumda, çocuğun hareketiyle ilgili bir sonuç yaratılabilir. Anne, eğer çocuk oyuncaklarını toplamazsa onları kaldıracağını ve akşama kadar oyuncaklarla oynayamayacağını ona söyleyebilir. Bunu söylerken annenin söylediği şeyi gerçekten yaparak ciddi olduğunu çocuğa göstermesi gerekir. Fakat bunu bağırarak değil, yumuşak bir ses tonu ile söylemelidir. <br />
<br />
3. Çocuğun çok istediği bir şeyi kısıtlamak <br />
Mantıklı bir sonuç çıkarmak her zaman mümkün olmayabilir. Çocuk ebeveyni dinlememekte ısrar ediyorsa, çocuğa çok istediği başka bir şeyin kısıtlanacağı söylenebilir. Ancak bu yöntem uygulanırken bazı noktalara dikkat edilmelidir: Beslenme gibi çocuğun gerçekten gereksinimi olan şeyler ısıtlanmamalıdır. Bu yöntemin etkili olabilmesi için kısıtlanacak şey çocuğun gerçekten çok istediği bir şey olmalıdır. <br />
Ebeveyn söylediği şeyi gerçekten yapmalıdır. Örneğin, davranışını düzeltmediği sürece çocuğa dondurma yiyemeyeceği söylenmiş, fakat herhangi olumlu bir gelişme olmadığı halde, anne ya da baba onun gönlünü almak için biraz sonra dondurma almışsa, bu yöntem doğaldır ki işlemeyecektir. <br />
<br />
4. Belli bir süre bir yerde bekleme cezası <br />
Bu ceza, diğer yöntemler işe yaramadığında en son çare olarak kullanılabilir. Bu yöntem, çocuk diğer çocukları ısırdığında, vurduğunda ya da buna benzer durumlarda kullanılabilir. Çocuk önce bir kez ikaz edilir, eğer aynı davranışı sürdürürse, ona önceden belirlenmiş bir odaya ya da odanın bir köşesine gitmesi, orada bir süre, genellikle de bir sandalyede sessiz bir biçimde beklemesi söylenir. Eğer oraya gitmemekte direnirse, kucaklanarak oraya götürülür ve bir süre orada kalması sağlanır. Bu cezanın neden verildiği birkaç cümle ile ona anlatılmalıdır. Çocuğun bekletildiği oda ya da yer çocuk açısından herhangi bir tehlike içermemelidir. <br />
<br />
Çocuğun orada bekleme süresi kabaca her yaş için 1 dakika olarak belirlenir (Örneğin, 4 yaşında bir çocuk için 4 dakika gibi). Eğer ceza süresi çok uzun tutulursa, çocuk neden oraya konulduğunu bir süre sonra unutacaktır. <br />
<br />
Ceza süresi için saat kurulur, saat çaldığında çocuğa cezasının bittiği söylenir. Çocuk bu süreyi uslu bir biçimde tamamlarsa, sevecen bir biçimde kucaklanır ve "Tatlım, cezalı olduğun için orada kalmak zorundaydın" gibi sözler söylenir ve olay orada kapanır. Bu durumu çocuk ile tartışmak gerekirse en az birkaç dakika geçmesi beklenmelidir. Eğer ceza süresi içinde çocuk gene bağırır çağırır ve olayı protesto ederse, saat yeniden kurulur ve süre baştan başlatılır. Bu yöntemle, genellikle 2 hafta içinde çocuk uyum sağlamayı öğrenecektir. <br />
<br />
Etkili bir eğitim için bazı öneriler <br />
Çocuğun neler yapıp neler yapamayacağına karar verilmelidir. Her çocuk aynı hızda büyüme ve gelişme göstermez. Ebeveyn çocuğa bir şey söylediğinde çocuk yapmıyor ise, bu kasıtlı olabileceği gibi çocuk onu anlamadığından ya da yapamadığından da olabilir. <br />
<br />
Ebeveynler konuşmadan önce iyice düşünmelidir. Daha önce çocuğa herhangi bir uyarıda bulunmuş ya da bir kural koymuşlarsa ona uymaları gerekir. Bununla birlikte, çocuktan beklenen davranış ya da konulan kurallar gerçekçi olmak zorundadır. Bir diğer önemli nokta da, ebeveynin her zaman aynı biçimde davranması, bir gün farklı diğer gün farklı kurallar koymamasıdır. Çocuklar ne zaman nasıl davranacaklarını çabuk öğrenirler. Bunun için de zaman zaman ebeveynin koyduğu kuralları sınarlar ve onun sınırlarını öğrenmeye çalışırlar. Örneğin, bakkalda huysuzluk yapan bir çocuğu sakinleştirmek için anne ona sakız, şeker gibi şeyler alırsa, bir daha bakkala gittiğinde çocuk yine aynı biçimde davranacaktır.Bunu önlemek için ebeveyn her zaman aynı biçimde davranmalı ve kendi koyduğu kuralları çiğnememelidir. <br />
<br />
Çocuk huysuzlandığında onun duyguları da dikkate alınmalı ve onun neden öyle davrandığını anlamaya çalışmalıdır. Eğer davranışın nedeni bulunursa çözüm arkasından gelecektir. Ebeveyn onu anladığını çocuğa söylemelidir. Örneğin, "Arkadaşın gittiği için üzülüyorsun, biliyorum, ama yine de oyuncaklarını toplamalısın" gibi onu anladıklarını ifade etmek oldukça yararlı olacaktır.Anne ve babalar da yaptığı hatalardan ders almasını öğrenmelidir. Herhangi bir biçimde yanlış davrandıkları zaman önce sakinleşmeli, gerekirse çocuktan özür dilenmeli, bundan sonra nasıl davranacağını ona söylemelidir. Çocuğa doğru davranışları öğretmek çocuk eğitiminde elbette ki çok önemlidir. Ancak, çocuk kendini kontrol etmesini ebeveynlere ve diğer büyüklere bakarak daha çok öğrenir. Onun için ebeveynlerin söyledikleri ile yaptıklarının tutarlı olması zorunludur. Büyükler gibi (!) çocuklar da zaman zaman bazı hatalar yaparlar. Önemli olan, bu yanlış davranışlardan yola çıkarak, doğruların ona sevecen bir biçimde öğretilmesidir. <br />
<br />
Çocuk eğitiminde tokatın yeri var mı? <br />
Eskiden ebeveynlerden tokat yemek çocuk terbiyesinin neredeyse ayrılmaz bir parçasıydı. Bu yüzden, şimdiki erişkinler arasında tokat yemeyen birini bulmak oldukça zordur. Günümüzde de özellikle kırsal kesimde ve büyük şehirlerin varoşlarında çocuklar hala büyüklerinden tokat yemektedir. Hatta okullarda bile zaman zaman öğretmenlerin dayağa başvurduğu bilinen bir gerçektir. Peki bu "cennetten çıkma (!)" olduğu tabir edilen dayağın çocuk eğitiminde yeri var mı? Amerikan Pediatri Akademisi tokatın çocuk eğitiminde kullanılmaması gerektiğini, eğer çocuğun cezalandırılması gerekiyorsa ona alternatif diğer yöntemlerin kullanılmasını önermektedir. Dayak atmanın çocuk eğitiminde yeri yoktur, çünkü: O an için işe yaramış görünse bile, çocuğun davranışını değiştirmede aslında daha önce söz edilen bir sandalyede bekleme cezasından daha etkili değildir. <br />
<br />
Tokat atmak çocuğa sorumluluk öğretmez, tersine onun daha da kızmasına ve hırçınlaşmasına neden olur. Ebeveynlerin çoğu, daha sonradan tokat attıkları için pişmanlık duymaktadırlar. Sürekli tokat yiyen çocukta zamanla bu yöntem de artık işe yaramaz olacaktır. Tokat atmak, şiddetine bağlı olarak çocukta ciddi fiziksel hasarlara neden olabilir. Sürekli dövülen çocuklarda depresyon, alkol kullanımı, diğer çocuklara saldırganlık daha sık görülür, hatta erişkin olduklarında kendi eş ve çocuklarını dövme ve suç işleme oranları diğer kişilere göre daha fazla olmaktadır. <br />
<br />
Yapılan çalışmalar, dayak yiyen çocukların, erişkin olduklarında diğer kişileri –onları sevseler bile- daha çok cezalandırma eğiliminde olduklarını ortaya koymuştur. Onun için, hekimler olarak bizler, çocuk eğitimi konusunda ebeveynlere doğru yolu göstermeli, sağlıklı bir nesil yetiştirmek için her türlü şiddetten kaçınmaları gerektiğini onlara olabildiğince öğretmeye çalışmalıyız. Son söz olarak, Dorothy Law Nolte'un aşağıdaki satırları bu konuda söylenmesi gerekenleri çok güzel bir biçimde dile getirmiyor mu? <br />
<br />
Çocuk yaşadıklarından öğrenir... <br />
Eğer bir çocuk eleştiriyle yaşarsa,kınamayı öğrenir. <br />
Eğer bir çocuk düşmanlıkla yaşarsa, savaşmayı öğrenir. <br />
Eğer bir çocuk utançla yaşarsa, suçlu hissetmeyi öğrenir. <br />
Eğer bir çocuk hoşgörü ile yaşarsa, sabırlı olmayı öğrenir. <br />
Eğer bir çocuk övgüyle yaşarsa, değer vermeyi öğrenir. <br />
Eğer bir çocuk alayla yaşarsa, utanmayı öğrenir. <br />
Eğer bir çocuk adil yaşarsa, adaleti öğrenir. <br />
Eğer bir çocuk güvenceyle yaşarsa, inanmayı öğrenir. <br />
Eğer bir çocuk dürüstlükle yaşarsa, doğruyu öğrenir. <br />
Eğer bir çocuk yüreklendirmeyle yaşarsa, kendine güvenmeyi öğrenir. <br />
Eğer bir çocuk arkadaşlıkla yaşarsa, dünyada sevgiyi bulmayı öğrenir. <br />
Eğer bir çocuk onaylamayla yaşarsa, kendinden hoşlanmayı öğrenir. <br />
Dorothy Law NolteKeywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-31483980068874021102010-06-26T00:58:00.002+03:002010-06-26T01:24:09.896+03:00Çocuklarda Uyku SorunlarıHazırlayan: Doç. Dr. Selahattin Şenol <br />
<br />
<br />
Çocuklarda uykuya dalma zorlukları <br />
Gece terörü (night terror) <br />
Sıkıntılı düşler <br />
Uyurgezerlik <br />
<br />
Uyku karmaşık, beyin işlevi ve psikoloji ile ilgili yaşamsal bir durumdur. Dış etkenlere açık, bireyin duygusal ve içgüdüsel yaşamıyla ilgili gelişimsel bir işlevdir. Şu üç dönemi içermektedir: Bunlar uykuya dalma, rüyasız uyku ve rüyalı uyku dönemleridir. Uykuya dalma döneminde yavaş yavaş çevre ve beden ile ilgili algılar azalarak kişi uyku dönemine geçmektedir. Rüyasız uyku dönemi bedenin temel yapı taşları olan proteinlerin yeniden oluşturulduğu ve kişinin fiziksel yorgunluğunu atarak dinlenmeyi sağlayan dönemdir. Ayrıca bu dönemde büyüme hormonu salgılanır. Rüyalı uyku dönemi, uyuyan kişide göz kapaklarında ve gözlerinde hareketlerin başlaması ile fark edilir. Rüyalar başlar, bu dönemde görülen rüya ile uyumlu olarak beden hareketlerinin ortaya çıkmaması için kasların gerginliği kaybolmuştur. Eğer böyle bir düzenleme olmasaydı gördüğümüz rüya ile hareket edecek, hatta yataktan kalkıp dolaşacaktık. Bu özellik yenidoğan bebeklerde tam oluşmadığından el ve ayaklarda ya da yüzde, bazen gövde de küçük hareketler olabilmektedir. Bu dönem doğumda yaklaşık uykunun yarısını oluşturmakta, bir yaşından sonra ise erişkindeki gibi yaklaşık uykunun beşte birine düşmektedir. Uykunun rüya döneminde bir çok ruhsal olay gerçekleşmektedir. Bu dönemde gerilimler boşalmakta ya da serbestleşmekte, hatırlanan her şey ve gündüz yaşananlar birbirine bağlanarak, programlanmaktadır. Gündüz uyanık iken algılanan duyumlar rüya aracılığıyla yapılanırlar. Yenidoğanlarda ve bebeklerde rüyalar, uykuya daldıktan 30-45 dakika sonra, büyük çocuklarda ise 120 dakika sonra ortaya çıkmaktadır.<br />
<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Doğumdan sonraki dönemde süt çocuğu için bedensel gereksinimler uykuyu etkilemektedir. Açlık uyandırmakta, tokluk ise uykuya dalmayı kolaylaştırmaktadır. Bu dönemdeki uykusuzluklarda anne tarafından bebeğin beslenmesi ya da duygusal desteklenmesinin yetersiz, ters ya da aşırı bir biçimde karşılandığı görülmektedir. Uyku bebek için ritmik ve temel bir gereksinimdir. Yenidoğan döneminden başlayarak bebeklerin ya da çocukların uyku özelliklerine bakıldığında birçok değişiklikler görülmektedir. Bunlar bireyseldir ya da dönemlere bağlıdır. Bebekler içinde çok uyuyanlar olduğu gibi az uyuyanlar da vardır. İlk aylarda uykusuzluk sıradan bir durumdur, ancak sonuçları nedeni ile aile için önemlidir. Ortaya çıkan gerginlik ve sinirlilik durumu yalnız çocuğun uykusuzluğunu artırmaz, yeni çatışmaları da ortaya çıkarır. Uykusuzluğun önemi ve ağırlığı bebeğin yaşı, gelişim düzeyi ve kişisel özelliklerine bağlı olarak belirlenir. Yenidoğan 19-23 saat uyur. Başlangıçta aralıklı ve parçalara bölünmüş bir uyku biçimindedir. Yavaş yavaş gece ağırlıklı olarak gelişir, üçüncü yıla doğru derinliğine kavuşur.<br />
<br />
Uykusuzluk nedenlerine bakacak olursak; bedensel bir hastalık sırasında çekilen sıkıntı ve acı uyku işlevinin bozulmasına yol açmaktadır. Ayrıca odanın sıcak-soğuk ya da gürültülü olması gibi dış etkenler de uykuyu bozacaktır. 2-3 aylık bebekler çığırtkandır, kolay uyarılabilir, sinirlidir. Bu özellikler ise annede sabırsızlık, yetersizlik gibi ilişkiden kaynaklanan zorlukları yaratabilir. İlk aylardaki bakımın niteliği, sürekliliği ve yumuşaklığı çok önemlidir. Bebeğin hareket ve dil becerisinin gelişme düzeyi, altının temizlenmesi, anne ile bebek ilişkisinin biçimi, ailenin yaşam şekli, iklim, çocuğu paylaşan birden fazla kişinin olması, annenin sıkıntı ya da huzursuzlukları gibi bir çok özellik uykuyu etkileyecektir. Uykusuzluk bazen bebeğin, bazen de annenin kişilik özelliklerinden kaynaklanır ve çatışmaların sonucudur. Uyku sorunu genellikle duyarlı bir bebek ile yetenekleri bakımından yetersiz bir anne arasındaki iyi işlemeyen bir ilişkinin işaretidir.<br />
<br />
Uyku bozukluklarının önemli bir kısmı ikinci yılda ortaya çıkar. Bebek bu yaşta kolay uyarılır bir durumdadır. Uykuya dalma sıklıkla zordur. Oto-erotik tutumlar, geçiş nesnelerine bağlanma, uyuma ritüelleri (törenleri) sıktır. Yaklaşık 12 saat süren gece uykusu ve 3-4 yaşına kadar sürecek gündüz uykuları vardır. Uyku sakindir, sessizlik, karanlık ve uygun koşullar ister. Bebekler ve çocuklar genellikle emme ve yemek yeme ile karnının doyması ya da anne babasıyla geçirdiği doyurucu bir ilişki sonrasında uykuya dalmakta, bazen de ağlama, inatlaşma gibi bir gerginlikten sonra uyumaktadırlar. Bu dönemde uykunun niteliği bebeğin anne tarafından ele alınma biçimine bağlıdır. Eğer bedensel ve psikolojik gereksinimleri karşılanmamışsa bebek uyanır ve doyurulmasını bekler. Uykunun korunması annenin işlevidir, daha sonra rüyalar aracılığıyla gelişir. Rüyalar psikolojik açıdan isteklerin gerçekleşmesine yardımcı olan bir araç gibidir. Yaşamın ilk döneminde ise bu işlev ancak emme amaçlıdır.<br />
<br />
Çocuklarda uykuya dalma zorlukları <br />
İkinci ile altıncı yaşlar arasında aşırı hareketli olan çocuk uykuya dalma konusunda direnebilir. Ayrıca ilk kaygılı rüyalar da bu zorluğu arttırır. Bu dönemde yatmaya direnen çocuk çeşitli bahaneler bulur. Korktuğunu, yalnız yatamadığını söyleyerek anne baba ile yatmak isteyebilir, odasında gece bir ışık yakılmasını ister, bir oyuncak ya da yastık gibi uykuya geçişi kolaylaştıracak bir eşyaya sarılabilir, ilk bir yılda gördüğümüz davranışlardan olan parmak emme ile rahatlamaya çalışabilir ya da aileden birinin anlatacağı masala bağlanır. Dış ortamdaki koşulların uygunsuzluğu (gürültü, anne baba ile birlikte yatma, uyku saatinin düzensizliği), uygun olmayan dış baskılar (aşırı baskıcı anne babasına karşı otonomisini korumaya çalışan çocuk) ve sıkıntılı ya da çatışmalı bir ev ortamı bu geçiş dönemini bozar.<br />
<br />
Çocuk rüyalardan ya hoşlanır ya da çoğu zaman bildirildiği gibi korku ile güçlü tepkiler sergileyebilir. Rahatsız edici rüyalar çocuk 3, 6 ve 10 yaşında iken en yoğundur. İki yaşındaki çocuğun rüyaları kovalanmak ya da ısırılmak ile ilgili olabilmekte, dört yaşında ise bazı hayvan rüyaları ile iyi ya da kötü insanlarla karşılaşılan rüyalar başlamaktadır. Beş ya da altı yaşlarında öldürme ya da yaralanma ile uçma, arabada olma ve belirgin hayaletlerin olduğu rüyalar vardır. Çocuklukta saldırgan rüyalar oldukça ender görülür, onun yerine çocuğun bağımlılığını yansıtan tehlikede olduğu şeklinde rüyalar görülür. Beş yaşına doğru çocuk o zamana kadar gerçek yaşantılar olduğuna inandığı rüyaların gerçek olmadığını fark etmeye başlar. Yedi yaşına gelinceye kadar çocuklar rüyaların kendileri tarafından yaratıldığını bilirler. Üç ile altıncı yaşlar arasındaki çocukların, anne babaları ile bağlantılarını sürdürebilmek, odalarını daha gerçekçi ve daha az korkutucu bir şekilde görebilmek için yatak odalarının kapısını ya da ışığını açmak istemeleri doğaldır. Zaman zaman çocuklar rüyalardan kaçmak için yatmağa gitmeyi reddedebilirler. Uykuya dalma güçlükleri genellikle rüya görmelerle bağlantılıdır. Uyku dünyasında iken gerçek dünyadan kopmamak için güvenliği sağlayan koruyucu yöntemlerin oluşturulduğu alışkanlıklar geliştirilir.<br />
<br />
Bebeklik ve çocukluk dönemlerinde uyuma ve uyku ile ilgili sorunların başında yatağa gidip uyuma konusunda direnme gelmektedir. Çocuk ağlar, yatırıldıktan sonra kalkar, anne baba ile uzun çekişmeler yaşar. Bu direnme kimi çocukta yatma korkusuna dönebilmektedir. Çocuk odasının ışığını açmakta, kapıyı aralık tutma, anne baba arasında ya da koltukta uyumaktadır. Uyumadan yatağına geçmez. Sıklıkla sıkıntılı rüyalar sonrasında ortaya çıkar. Çocukların uyku için yatağa gitmeden önce geliştirdikleri kendilerine özel yatma törenleri olabilmektedir. Bu törenler 3-6 yaşları arasında sıktır. Yastık, oyuncak gibi bir eşya olmalıdır. Ayrıca bir bardak su, şeker, aynı masalın anlatılmasını ister. Bunlar her zaman aynı şekilde olmalıdır. İlişkinin kesilecek olması kaygısıyla ortaya çıkan sıkıntının giderilmesine yönelik belirtilerdir.<br />
<br />
Bebek ve çocuklarda sorun yaratan ya da tedavi gerektiren uykusuzluk çok nadirdir. İleri yaş çocuğu ve ergende gözlenir. Bu çocukların ya da gençlerin uyku saatlerinin 21:00- 22:00 yerine saat 01:00-02:00 olacak şekilde kaydığı, bu nedenle sabah daha geç kalktıkları görülmektedir. Nedenleri arasında gencin kendi yaşamını kontrol etme çabası, TV seyretme, radyo dinleme ve geç zamanlara kadar okuma gibi erken çocukluk alışkanlıklarının yani yatma törenlerini sürdürmeleri nedeniyle ortaya çıkabilmektedir.<br />
<br />
Uyku ile ilgili sorunlar <br />
Gece terörü (night terror) <br />
Gece çocuk yatağında ağlar, gözleri dalgın bir şekilde bakar, korkmuş bir yüz ifadesi vardır. Çevresini tanımaz, solgundur, terler, çarpıntısı vardır. Bu durum bir kaç dakika sürer. Çocuk tekrar uyur. Çocuk sabah uyandığında, gece olanlarla ilgili hiç bir şey hatırlamaz. Uykusunun rüyasız uyku döneminde ortaya çıkmaktadır. Genellikle 5-6 yaşlarına doğru azalarak kaybolur. Seyrek olarak kaybolmaz ve tedavi gerektirir.<br />
<br />
<br />
Sıkıntılı düşler <br />
Çocukların % 30'unda olur. İkinci yaştan sonra görülür. Çocuk uyanır, ağlar, bağırır, yardım ister. Sıklıkla sabah hatırlanır. Sıkıntılı düşler genellikle uyku başında görülür, güzel rüyalar ise genellikle sabaha karşıdır. Özellikle çocuğun yaşantısında yoğun sıkıntılı bir olay varsa sıradan bir durumdur, ayrıca ruhsal aygıtın yapılanmasının bir göstergesidir. 4-5 yaşından sonra şiddeti giderek azalır. Çocuk uyanır, endişelidir. Anne babasının yatağına gider ve uyumaya devam eder.<br />
<br />
<br />
Uyurgezerlik <br />
Erkeklerde daha sıktır. 7-12 yaşlar arasında görülür. Ailede uyurgezerlik olanlarda daha sıktır. Gecenin ilk yarısında çocuk yataktan kalkar. Bazen karmaşık, her zaman aynı şekilde tekrarlanan bir etkinlik içine girer. 10-30 dakika sonra tekrar yatar, uykusuna devam eder. Sabah hiçbir şey hatırlamaz. En basit şeklinde gözler açılır ve yataktan kalkmaya çalışır. Altı ile on iki yaşları arasındaki çocukların altıda birinde en az bir kez olurken, bunların ancak % 3-5'inde uyurgezerlik gelişir. Rüyasız uyku döneminde görülür.Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-32547719904911212772010-06-26T00:45:00.000+03:002010-06-26T00:45:00.652+03:00Çocuklarda Sık Görülen HastalıklarHazırlayan: Prof. Dr. Mehmet Ömür <br />
VKV Amerikan Hastanesi Klinik Şefi<br />
<br />
Nezle <br />
Orta Kulak İltihabı <br />
Sinüzit <br />
Anjin <br />
Farenjit <br />
Bronşit <br />
<br />
<br />
<br />
Nezle <br />
Burun havanın vücuda giriş kapısıdır, burada hava ısıtılır, tozlarından arındırılır ve nemlendirilerek akciğer için uygun hale getirilir. Havanın burun içinden rahat geçebilmesi için üç koşul vardır. Birinci olarak, burun yapısının düzgün olup burun etlerinin normal büyüklükte olması gerekir. İkinci olarak, burun mukozasının sağlıklı olması, üçüncüsü ise, burun salgılarının akışkan olması gereklidir. <br />
Burun mukozasından rinovirüs ailesinden bir virüs girdiği zaman nezle oluruz. Burun tıkanır, akar, hafif ateş ve halsizlik hissedilir. Nezle iyi tedavi edilmediği durumlarda orta kulak iltihabına, sinüzite veya bronşite yol açabilir. Burun açıcı ilaçlar şurup veya damla olarak 2-3 gün kullanılmalıdır. Ayrıca ateş düşürücü, ağrı kesici ilaçlar kullanılabilir. <br />
<br />
<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
<br />
Orta kulak iltihabı <br />
En çok Ekim ve Nisan aylarında görülür. bu aylar viral (virüslere bağlı) üst solunum yolları enfeksiyonlarının sık görüldüğü aylardır. Viral (virüslere bağlı) hastalık sırasında orta kulakta gelişen iltihap, sıvı birikmesine ve mukozada ödeme neden olur. Östaki borusu denilen, genizden orta kulağa giden borunun ödem nedeniyle tıkanması da orta kulak iltihabına zemin hazırlar. <br />
<br />
Bebeklerde iltihabı kolaylaştıran geniz eti, östaki borusu, östaki borusunun yatay seyretmesi ve bebeklerin sırtüstü biberonla beslenmesi gibi olumsuz başka faktörler de vardır. <br />
<br />
Orta kulak iltihabına daha çok, hemcıfilus inflııenzeı ve Streptecoccus pnomaniae adlı mikroplar neden olur. <br />
<br />
Orta kulak iltihabında ağrı şiddetli ve zonklayıcı tarzdadır ve çocuk konuşmaları hasta olan kulak tarafından duymakta zorluk çeker. Ateş 38-38.5 civarındadır. Kulak zarının kızarık olması veya bombe olması tanı koymada kesinlik sağlar. Ancak unutulmaması gereken bir nokta, her kulak ağrısının kulak iltihabından kaynaklanmadığıdır. Bazen dış kulak yolundaki bir sivilce, sıkışmış kulak kiri, çürük bir diş veya bademcik iltihabının yansıyan ağrısı da orta kulak iltihabını taklit edebilir. <br />
Tedavisinde çeşitli yaklaşımlar vardır. Bazı tedavilerde parasentez adı verilen kulak zarı çizme tercih edilirken, bazı durumlarda önce antibiyotik verilerek ileri derecede orta kulak iltihabında kulak zarı çizilmektedir. Gelişmiş ülkelerde °/ıı80. hastanın kendiliğinden hiçbir komplikasyon olmaksızın düzeldiği öne sürülerek, antibiyotik verilmediği durumlar da söz konusudur. <br />
<br />
Ortakulak iltihabı iyi tedavi edilmezse kronikleşebilir ve işitme kaybı gibi kalıcı izler bırakabilir. Bazen de iltihap komşu dokulara yayılarak iç kulak iltihabı, yüz felci ve beyin zarı iltihapları gibi çok daha ciddi hastalıklara yol açabilir. Orta kulak iltihabından sonra, mikroplar ortadan kalksa bile orta kulak boşluğunda sıvı birikintisi kalacaktır ve bazen bu sıvı hiçbir tedaviye cevap vermeyecektir. Seröz otit, enfüzyonlu otit veya zamk kulak gibi çeşitli adlarla anılan bu hastalıkta başlıca belirti, sini gelişen işitme kaybıdır. Bazen de çok kısa, bir veya iki saniye süren ağrılar olabilir. Kulak zarına bakıldığında, zar çökmüş ve amber rengini almıştır. Bazen hava sıvı seviyesi de görülebilir. Bu hastalığın tedavisi başlangıçta beklemektir. Çoğu kendiliğinden iyileşir. İyileşmeyenlerde uzun süre antibiyotik tedavisi uygulanabilir. Antibiyotiğe rağmen düzelme olmazsa, östaki borusunun görevini yapacak olan kulak tüpü zara yerleştirilerek, orta kulağın havalanması sağlanır. Böylece orta kulaktaki sıvı dağılır, zar çökmesi ortadan kalkar. Bu tüp 3-8 aylık bir sürede kendi kendine kulak tarafından atılıp çıkar ve her şey normale döner. Bu durum çoğu kez kalıcı olur ve hastalık tekrar etmez. <br />
<br />
Ama bazen hastalık tekrar eder ve yeniden tüp takmak gerekebilir. Defalarca tüp takılıp düzelmeyen ve kulak zarı orta kulaktaki kemikçiklere yapışan hastalar az da olsa vardır. Bu durumda işitme kaybı kalıcı olur. <br />
<br />
Sinüzit <br />
Çocuklarda en sık görülen hastalıklardan biri de sinüzittir. Sinüzitte de en sık rastlanan mikroplar Haemophilus influenzae ve Streptococcus pnomaniae'dir. Burun tıkanıklığı ve iltihaplı akıntının yanı sıra yüz kemiklerinde şiddetli ağrılar başlar ve ağrı baş öne eğilince arlar. Göz yaşarması, göz etrafında şişlik, 38 i geçmeyen ateş, yüze basma ile ağrının artması sinüzitin diğer belirtileri arasındadır. Muayenede tüm burun mukozasının şiş ve ileri derecede kızarık olduğu görülür. <br />
<br />
Tedavi antibiyotikler ve burun açıcı ilaçlarla yapılır. Tedavi süresi 10 günden az olmamalıdır. İyi tedavi edilmemiş sinüzitler komplikasyon yapabilir. İltihap göz ve beyin zarına dağılabilir. Ancak bu komplikasyonlar çok sık görülmez. <br />
<br />
Anjin <br />
Çocukluğunda anjin olmamış kimse hemen hemen yok gibidir. Yüksek ateş, boğaz ağrısı ve tükürüğünü bile yutamama ile kendini gösteren anjin, bazı çocuklarda çok sık görülür, her ay bir kez anjin olabilirler. Bademcikler, lenf dokuları olup boğazın girişinde, iki tarafa yerleşmiş küçük organlardır. Görevleri vücudun bağışıklık sistemine yardımcı olmaktır. Boğaz yoluyla gelen mikroplar bademcik üzerinde tutulur ve onlara karşı antikor denilen bağışıklık proteinleri oluşturulur. Bu görev, vücudun bağışıklık sistemi kurulana kadar yani 5-6 yaşına kadar sürer. Anjin, çok çeşitli mikroplarla oluşmakla beraber daha çok beta hemolitik streptokoklarla oluşur. <br />
<br />
Beta hemolitik streptokokların romatizma ile ilişkisi bilindiğinden bu hastalıktan korkulmaktadır. Anjin, birçok sıradan mikropla oluşabileceği gibi, bazen de enfeksiyöz mononükleoz gibi özel mikroplarla da oluşabilir. Öpücük hastalığı da denilen bu hastalık daha çok büyük çocuklarda görülür. Bu hastalıktaki bazı özellikler arasında; boyunda çok sayıda lenf bezi şişmesi, yüksek ateş, genel durum bozukluğu ve bademcikler üzerinde kötü kokulu tabaka oluşumu sayılabilir. <br />
<br />
Epstein Barr virüsünün yaptığı bu hastalıkta karaciğer büyüyebilir ve deri döküntüleri olabilir. Bu hastalıkta tanı koymak kolaydır. Laboratuvar da yapılan bir MNI testi birkaç saat içinde tanıyı ortaya koyabilir. <br />
<br />
Tedavisinde bazı penisilin türü antibiyotik dışında bazen de kortizon kullanmak gerekebilir. Anjinden neden olabildiği akut eklem romatizması ve buna bağlı olan kalp kapakçığı sorunları nedeniyle korkulmaktadır. Ancak ilaç sorunu olmayan ülkelerde bu komplikasyon hemen hemen tamamen ortadan kalkmıştır. Anjinin diğer bir özelliği de apseye yol açmasıdır. Apseleşirse boşaltılması gerekir. Sık tekrarlayan anjin kronik hale gelebilir. <br />
<br />
Üç yıl üst üste 3 kez anjin, 2 yıl üst üste 5 anjin, bir yılda 7 kezden fazla anjin kronikleşme gösterir. Bademciklerin görüntüsü ve rengi de kronikleştiğinin habercisi olmaktadır. Bademcikler kronik hastalıklı hale gelirse ameliyatla alınmalıdır. <br />
<br />
Farenjit <br />
Farenjit bulaşıcıdır. Hafif ateşle başlar, burun tıkanıklığının yanı sıra burun arkasına akıntı, boğaz mukozasında yer yer kızarıklıklar ve iltihaplı salgılar görülür. Kulak zarı da kızarmış olarak görülebilir. Boyunda lenf bezleri ele gelir. Kendiliğinden 4-5 günde geçen farenjit, genellikle viral (virüslere bağlı) bir hastalık olduğundan antibiyotik kullanılmasına gerek yoktur, ama ateş 2 günden fazla sürerse antibiyotik verilebilir. Tedavisinde burun açıcı ilaçlar ve sprey şeklinde antibiyotikler kullanılır. Bazen farenjit bronşite de neden olur. <br />
<br />
Bronşit <br />
Larenjit her yaşta görülebilen iltihabi bir hastalıktır. Virüsler de mikroplar da gırtlak ve ses tellerini iltihaplandırabilir. Ses kısılır, ateş çok yükselmez. Farenjitin bronşite dönmesinde ara geçiş olabilir. Bazen şiddetlenip çocukları ciddi solunum güçlüğüne sokabilir. Sorumlular yine yukarıda adı geçen virüs ve mikroplardır genellikle. <br />
<br />
Tedavisinde ise antibiyotik ve solunum zorluğuna bağlı olarak kortizon kullanılır. Bazen solunumun tamamen tıkanıp soluk borusuna delik açılması durumu da söz konusu olabilir. Trakeotomi adı verilen bu girişim gerçekten hayat kurtaran bir durumdur.Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-6610287585001888922010-06-26T00:42:00.004+03:002010-06-26T00:48:15.988+03:00Tatil ve Ruh SağlığıHazırlayan: Doç. Dr. Selahattin Şenol <br />
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Bölümü<br />
<br />
Yaz tatili ile birlikte hekimler çocuk ve ergenlerin sağlığı konusunda birçok uyarıda bulunmaktadırlar. Ozon tabakasında meydana gelen olumsuz değişikliklerle birlikte güneşin zararlı etkileri; şapka kullanma, güneş gözlüğü seçilmesi ve en uygun güneş yağının özellikleri gibi. Bunun dışında tatil bölgelerinde olabilecek haşere ve zehirli hayvan sokmalarına ya da sıvı ve gıda alımına ilişkin öneriler, allerjiler, su sporlarına ilişkin kaza ya da diğer tehlikeler gibi. <br />
<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Ruh sağlığı açısından ise tatilin anlamını çocuk ve ergenler için yetişkinler belirlemekte ve buradaki tutumlara ilişkin öneriler anne babaları ilgilendirmektedir. Çocukların yaz döneminde de ders konusunda zorlanmaları, onların bir dinlenme süresi geçirmeden yorgun bir şekilde okula başlamasına ve derslerle ilgili bıkkınlığa yol açabilmektedir. Bu nedenle ders çalışmaya ara verilmesi ve çocuğun okulu, öğretmenlerini ve arkadaşlarını özlemesi sağlanmalıdır. <br />
<br />
Özel öğrenme güçlüğü olan çocuklara verilecek destek eğitiminin ise farklı bir şekilde sunulması gerekmektedir. Okuma ve yazma ile ilgili zorluğu olan çocuk ve gençlere ders kitapları dışında, yaş dönemlerine uygun seçilecek resimli öykü ya da gençlik romanlarını okumayı özendirmek, yazma konusunda ise günlük tutma şeklinde yazma alışkanlığını desteklemek uygun olacaktır. Ayrıca ailenin olanakları ölçüsünde çocuğun yabancı dilini destekleyen yaz okulları bu amaçla seçilebilecek uygun desteklerdir. Ayrıca aileden ayrılma, bağımsız kalabilme, yaşıt gruplarına katılma gibi zorlukların üstesinden gelmede de önemli yararları olabilecektir. <br />
<br />
Yaz dönemi çocukların gelişimlerindeki adımları kolaylaştırmak için de kullanılabilir. Tuvalet eğitimi, odanın ayrılması, kendi başına yemek yeme gibi gelişimsel beceri kazandırma girişimlerini bebek ve çocuklar bu dönemde daha kolay kabullenmektedirler. <br />
<br />
Çocuk ve ergen psikiyatrisi bölümlerinden tedavileri sürdürülen çocuklar için de eğer şartlar uygunsa ve hekim ile işbirliği yaparak yaz döneminin tatil olarak geçirilmesi ve uygulanan ilaç tedavilerine ara verilmesi uygun olacaktır. Dikkat eksikliği ve aşırı hareketlilik nedeniyle Ritalin ya da Tofranil gibi ilaç tedavisi sürdürülen çocuk ve gençlerden yaz döneminde ders başarısı beklenmeyeceğinden genel olarak ilaç tatili verilmektedir. <br />
<br />
İçinde bulundukları gelişim dönemine ve fizik güçlerine göre özellikle kırsal bölgelerimizde yaşayan çocuk ve gençlerin tatil dönemlerinde anne babalarına işlerinde yardımcı olduklarını biliyoruz. Aileye ekonomik açıdan katkıda bulunmak ya da kendi harçlığını kazanmanın çocuk ve ergenin kendine güveni ve benlik saygısında olumlu etkileri olduğunu biliyoruz. Ancak bu ekonomik katkının çocuk ve ergenin gücü göz önünde bulundurularak planlanmasının önemi açıktır. <br />
<br />
Tatillerin aile içi ilişkileri yakınlaştırma ve birlikte geçirilen zamanı artırma yönünden de önemli olduğunu biliyoruz. Özellikle çalışan anne ve babaların izin dönemlerini çocuklarının tatil döneminde kullanması sınırlı aile içi etkileşimi artıracaktır. Aile üyelerinin hep birlikte geçireceği bu tatil dönemlerinin iletişim, çocuklarına model olma, onları tanıma ve gelişimlerini görebilme açısından da yararları olacaktır.Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-71227545458792207722010-06-26T00:21:00.002+03:002010-06-26T00:21:55.561+03:00Yenidoğan Bebeğin BakımıHazırlayan: Dr. Canan Türkyılmaz <br />
Gazi Üniv. Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı <br />
<br />
1. Yeni doğanın doğar doğmaz emmeye başlaması öneriliyor. İlk 24-48 saatte anne sütünün çok az ve yetersiz olması halinde, bebekte hipoglisemi ve başka sorunlar olur mu? Olursa bunu önlemek için ne yapmalıdır? <br />
Miadında yeni doğanların, annenin sütü ilk 48-72 saatte yetersiz bile olsa vücut depoları yeterli olduğundan şekerli su, mama gibi bir desteğe gereksinimleri yoktur. Ama prematüre, intrauterin gelişme geriliği olan bebekler hipoglisemi ve diğer sorunlara daha eğilimlidirler. Böyle bebeklerin kan şekeri izlemi yapılmalı; yapılamıyorsa anne sütü miktarı artana kadar birkaç gün aralıklı ağızdan % 10 dekstroz ya da uygun formül mamalar verilmelidir. <br />
<br />
2. Yeni doğanın göbek bakımı nasıl yapılmalıdır? <br />
Yenidoğanın göbek bakımı için alkol, betadine, battikon gibi solüsyonlar kullanılabilir. Hiçbir şey sürülmemesini önerenler de vardır. <br />
<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
3. İlk banyo için önerilen zaman ve sıklığı ne olmalıdır? <br />
Doğumdan hemen sonra bebeklerin yıkanmaması önerilmektedir. Yalnızca annede HIV pozitifliği, genital herpes, hepatitis B antijeni pozitifliği varsa bebek doğumdan hemen sonra yıkanmalıdır. İlk banyo için göbeğin düşüp düşmemesi engel değildir. Bebek annesiyle hasta- neden eve gittiğinde ilk banyosu yaptırılmalıdır. Uygun koşullar varsa bebek her gün, yoksa günaşırı yıkanabilir. <br />
<br />
4. Tüm bebekler için ek vitamine gereksinim var mıdır? (Yaz bebeği olsa da) Varsa ne kadar süre devam edilmelidir? <br />
Anne sütü alan her bebeğe bir yaşını doldurana kadar yalnızca D vitamini verilmelidir. Yaz bebeği olması bunu etkilemez. <br />
<br />
5. ilk 4 ay, su da dahil, anne sütü alan bebeklerde, ek gıda önerilmiyor. Bunu bozan sıradışı durumlar nelerdir? <br />
Annenin süte geçen, bebeğe zarar verebilecek ilaç kullanması, ağır hastalığının olması dışında anne sütüne ek olarak ilk 4 ayda mama verilmesi gereksizdir. izlemlerde kilo alımı yetersizse ek mama düşünülebilir. <br />
<br />
6. Yenidoğanda kabızlık neye bağlı olur? Tedavide izlenecek yol ne olmalıdır? <br />
Yeni doğanda kabızlık seyrek görülür. Kabızlığın tanı- mı önemlidir. Haftada iki defadan daha seyrek ve sert kıvamlı kaka yapmak kabızlık kabul edilmelidir. Anne sütü alan bebeklerde 6. haftadan itibaren günlük kaka yapma sayısı azalabilir. Tek başına bu yakınma kabızlık değildir. Yalnızca anne sütü alan bebek gerçekten kabız ise en sık neden anal fissürdür. Mama değişikliği ya da tek başına ticari mama ile beslenme kabızlığa neden olmaktadır. Karın şişliği, kusma, beslenme bozukluğu, aralarda ishal dönemleri olmadıkça megakolon gibi hastalıklar düşünülmemelidir. Zeytinyağı verilmesi, anal bölgenin nazikçe uyarılması geçici çözümlerdir. Zeytinyağının aspirasyon riski, anal bölgenin uyarılmasının da travmatik olabileceği unutulmamalıdır. Anal fissür varsa sıcak oturma banyosu, anal bölgeye anestetik (anestol) pomatlar ve çok sert kaka yapıyorsa laktüloz içeren şuruplar (duphalac) verilebilir. <br />
<br />
7. Anne sütü için "yetersiz" tanısı koymada kesin ölçütler nelerdir? Gerçekten yetersiz ise beslenme nasıl olmalıdır? <br />
Anne sütünün yetersizliğine vücut ağırlığı izlemleriyle karar verilmelidir. Günlük 20-30 gr/kg artış sağlanamıyorsa, grafikte düşüş görülüyorsa ek besin başlanabilir. Ekonomik durumları uygun ailelerde ilk 4 ay için ticari mamalar uygundur. Evde anlık hazırlanan meyve suları (elma, üzüm, şeftali, mandalina, portakal gibi) ve yoğurt ilk 4 ayda uygun ek besinlerdir. inek sütü çok zorda kalmadıkça önerilmemelidir. <br />
<br />
8. Emzik ve biberon kullanımı neden önerilmemektedir? <br />
Emzik kullanımının anne sütünü erken bırakmaya neden olduğu yönünde yayınlar olmakla birlikte, emziğin bebekte endorfin benzeri endojen maddelerin salınımına neden olarak bebeğin uykuya dalmasını hızlandırdığı, huzursuzluğunu azalttığından da söz edilmektedir. Prematüre ya da gelişme geriliği olan, uyuklama, kısa süre emme gibi sorunları olan bebeklerde de emzirme öncesi 10 dakika emzikle uyanıklığın ve emme alışkanlığının sağlanması da önerilmektedir. Anne sütü ile birlikte biberon verilmesinin anne sütünden erken ayrılmaya neden olduğu düşünülmektedir. Verilecek ek besinler biberonla değil de kaşıkla verilmelidir. <br />
<br />
9. Meme bakımı nasıl yapılmalıdır, önemi nedir? <br />
Annenin meme bakımı için günlük vücut temizliği, duş, banyo yeterli bulunmaktadır. Her emzirmeden önce temizlik şart değildir. Memede kalan anne sütünün orada antimikrobial etkinlik gösterdiğinden de bahsedilmektedir. Eğer çatlak, irritasyon gibi bir meme başı sorunu varsa uygun pomatlar kullanılmalı, ama emzirme öncesi silmeyi unutmamalıdır. <br />
<br />
10. Çalışan anneler anne sütüne nasıl devam ede- bilir, sağılan süt sağlıklı olarak nasıl saklanmalıdır? <br />
Çalışan anneler en az 4 aylarını doldurana kadar tek başına anne sütü vermeye özendirilmelidirler. Yarım gün çalışan annelerde daha kolay olmakla birlikte, tam gün çalışan anneler de sütlerini sağıp bırakabilirler. Anne sütünün 3-4 gün süreyle buzdolabında, 6-12 saat oda sıcaklığında etkisini kaybetmeden, bozulmadan korunabileceği bilinmelidir.Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-73812595847969869612010-06-26T00:19:00.002+03:002010-06-26T00:19:30.611+03:00Bebek Besleme TeknikleriHazırlayan: Dyt. Nurten Budak <br />
<br />
Anne Sütü ile Beslenme Tekniği <br />
<br />
Bebeğe doğar doğmaz verilecek ilk gıda anne sütü olmalıdır. Bebek bu şekilde ilk aşısını almış olur. Çünkü anne sütü içinde mikroplara karşı koruyucu maddeler vardır ve bebeğin tüm bağırsaklarını kaplayarak bazı hastalıklara karşı korunmasını sağlar. <br />
<br />
Bebek doğumdan sonra ağladıkça emzirilmelidir. Emzirme aralarının üç saati geçmemesine dikkat edilmelidir. <br />
<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Emzirmeden önce annenin göğüslerini temizlemesine gerek yoktur. Önemli olan annenin emzirmeden önce el temizliğine dikkat etmesidir. Emzirirken bebeğin ağzını kocaman açarak bir ağız dolusu memeyi kavraması meme başı çatlaklarının gelişmemesi için önemlidir. Her emzirmede ilk verilen göğüs iyice boşaltıldıktan sonra diğerine geçilmesine dikkat edilmelidir. Her emzirmeye bir önceki emzirmede en son verilen meme ile başlanmalıdır. <br />
<br />
Emzirmeden sonra annenin bir miktar sütünü sıkıp göğüs uçlarına sürmesi temizlik için yeterlidir. Emziren kadınların bolca bir sütyen kullanması ya da göğüslerinin aşağıya sarkmasını önleyecek şekilde eşarpla sıkmadan kaldırması uygun olur. <br />
<br />
Bebeğini geçici olarak emziremeyen kadınların göğüslerini üç saatte bir elle ya da pompa (süt çeker) ile sağmaları gerekir. Sağılan sütler oda ısısında 6 saat, buzdolabında (0-4 derecede) 24 saat bozulmadan saklanabilir. <br />
<br />
<br />
Bebekleri Fincandan Besleme Tekniği <br />
<br />
Bebek yarı oturur duruma getirilir. <br />
<br />
Fincan bebeğin dudaklarına yaklaştırılır. <br />
<br />
Fincan bebeğin dudaklarına değecek şekilde hafif eğilir, bebeğin alt dudağına dayanır ve fincanın kenarları üst dudağın dış yan kısımlarına değer. <br />
<br />
Bebek uyanık duruma gelir gözlerini ve dudaklarını açar. Çok küçük bebekler dilleri ile sütü alırlar. Daha büyük bebekler sütü emer gibi çeker ve bir miktarını da dökerler. <br />
<br />
Hiçbir zaman süt bebeğin ağzına dökülmemelidir. Fincan tutularak bebeğin kendisinin alması sağlanmalıdır. <br />
<br />
Bebek yeterince alınca ağzını kapatır. Bu durumda ne kadar aldığı kayıt edilmelidir. Hesaplanan miktarı almamış ise bir sonraki öğünde daha fazla alabilir ya da daha sık beslenmesi gerekebilir. <br />
<br />
Bebeğin aldığı miktar günlük olarak ölçülmelidir. <br />
<br />
<br />
Bebekleri Biberon ile Besleme Tekniği <br />
Biberonla besleme, bebeğin anne memesini almamasına ve bazı hastalıklara neden olabileceği için önerilmemektedir. Zorunlu kalındığı durumlarda ise aşağıdaki önerilere uyulmalıdır; <br />
<br />
Biberonun deliğinin genişliği kontrol edilmelidir. Bunun için mama konulduktan sonra biberon ters çevrilir. Mama biberondan önce ip gibi sonra damla damla akmalıdır. Sürekli olarak ip gibi akan ya da sürekli olarak damlayan deliği olan biberonlar uygun değildir. <br />
<br />
<br />
Bebek yarı oturur durumda iken biberon verilmelidir. <br />
<br />
Bebeğin her öğünde aldığı miktar yazılarak günlük miktar ölçülmelidir.Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-58497410004909164232010-06-26T00:09:00.000+03:002010-06-26T00:09:30.220+03:00HIV/AIDS ve KorunmaHIV/AIDS ve Korunma <br />
<br />
Hazırlayanlar: <br />
Prof. Dr. Serhat Ünal,Hacettepe AIDS Tedavi Araştırma Merkezi (HATAM) Müdürü <br />
Dr. Aygen Tümer, Hacettepe AIDS Tedavi Araştırma Merkezi (HATAM) Koordinatörü <br />
<br />
Dünyada HIV/AIDS <br />
Türkiye’de HIV/AIDS <br />
HIV/AIDS'in Bulaş Yolları ve Korunma <br />
Cinsel yolla bulaşma <br />
Kan ve kan ürünleri ile bulaşma <br />
Anneden bebeğe bulaşma <br />
Sağlık personeline bulaşma <br />
<br />
2000'li yıllara girerken dakikada 11 yeni olgunun aramıza katıldığı çağımızın salgını olarak kabul edilen hastalık, AIDS. İlk defa 1981 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde ve Haiti'den gelen göçmenlerde ender rastlanan Pneumocystis carinii pnömonisi (PCP) ve Kaposi sarkomu (KS) olgularının saptanması ile AIDS, "Edinsel İmmün Yetmezlik Sendromu" tanımlanmıştır. PCP ve KS olguları o tarihe kadar tek tek olarak görülmekte ve herhangi bir sorun olmamakta idi. Aynı tarihlerde Amerika Birleşik Devletleri'nde sağlık merkezi klinisyenleri ve epidemiyologlar özellikle genç homoseksüel erkeklerde, birlikte görülen hastalık tablolarını fark etmişler ve bu olguları Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezine (Center for Disease Control and Prevention-CDC) bildirmişlerdir. 1981 yılının Haziran ayında sürveyans çalışmaları başlamış ve Şubat 1983 tarihine dek 1000 HIV/AIDS olgusu bildirilmiştir. <br />
<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
1980'li yılların başlarında olgu sayısının az olması ve homoseksüel erkek grubunda görülmesi nedeni ile hastalık fazla ilgi çekmemişti. Ne zaman ki biseksüel erkekler aracılığı ile kadınlara ve enfekte hamile kadınlardan da bebeklere enfeksiyon geçmeye başladı, olgu sayıları giderek arttı ve HIV/AIDS tüm dünyanın odak noktası durumuna gelmeye başladı. <br />
<br />
Yayılma yollarının özelliği, hastalığın belirtisiz geçen uzun bir döneminin olması ve tanı koymanın kan testleri dışında olanaklı olmaması HIV enfekte olgu sayılarının giderek artmasına neden olmaktadır. Tıp dünyası, gönüllü kuruluşlar hastalığın öneminin anlatılabilmesi, toplumun bilgilendirilmesi ve korunma yollarının öğretilmesi için çalışmalar düzenlemeye başlamışlar ve 1 Aralık gününü de "Dünya AIDS Günü" olarak ilan etmişlerdir. Dünya Sağlık Örgütü her yıl 1 Aralık için bir slogan belirlemekte ve tüm ülkeler bu çerçevede toplumu bilgilendirmeye yönelik çalışmalar yapmaktadırlar. 1999 yılının sloganı "Dinle, Öğren, Yaşa!" olarak belirlenmiş olup bu slogandaki amaç, hastalıkla ilgili farkındalılığı artırmak ve AIDS programlarını güçlendirmek olarak düşünülmüştür. <br />
<br />
Kan ve kan ürünlerinin rutin HIV yönünden taranması, antiretroviral ilaçların kullanıma girmesi, fırsatçı enfeksiyonların profilaksisinin (önlenmesinin) ve tedavisinin yapılabilmesi, yaygın ve etkili eğitim programlarının uygulanmaya başlanması ile HIV/AIDS epidemisinde (yaygınlığında) son yıllarda önemli değişiklikler gözlenmeye başlamıştır. <br />
<br />
Dünyada HIV/AIDS <br />
Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı (UNAIDS) verilerine göre dünyada 1994 yılında 17 milyon HIV/AIDS'li kişi yaşarken Aralık 1999 da bu rakamın 33.6 milyona ulaştığı bildirilmektedir (Şekil 1). <br />
<br />
<br />
Epideminin (Salgının) başından beri 16.3 milyon kişi yaşamını HIV/AIDS nedeni ile yitirmiş olup, bu olguların 12.7 milyonu 15-49 yaş arası erişkin ve 3.6 milyonu 15 yaş altı çocuklardan oluşmaktadır. 1999 yılı içinde 5.6 milyon yeni olgu bildirilmiş olup, bu sayılara günde 16.000, dakikada 11 yeni olgu eklenmektedir. Veriler, son iki yıldır toplam HIV/AIDS olgularında bir önceki yıla göre %10 oranında bir artış olduğunu ve yeni enfekte olguların %10'unun 15 yaş altı ve %50'sinin ise 15-24 yaş arası gençler olduğunu bildirmektedir. Bu veriler göstermektedir ki; epidemideki en önemli değişikliklerden birincisi hastalığın ilk görülme yaşının 20’den 15’e inmesidir. İkinci önemli değişiklik ise epideminin başlarında %20 olan enfekte kadın oranının %40-50'lere yükselmiş olmasıdır. Epidemiyologlar kadın erkek oranındaki bu eşitlenme trendinin geriye dönemeyeceğini tahmin etmektedirler. <br />
<br />
Dünyada HIV/AIDS olgularının %94'ü gelişmekte olan ülkelerde, %86'sı da Sahra-Altı Afrika, Güney ve Güneydoğu Asya'da görülmektedir. İlk olguların görüldüğü yerler olan Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinde 1994 yılından beri her yıl tanı konan yeni olgu sayıları bir önceki yıldan fazla değil iken, Afrika, Hindistan, Tayland gibi Asya ülkelerinde olgu sayıları katlanarak artmaktadır. Bu farkın asıl nedeninin eğitimden kaynaklandığı düşünülmektedir, çünkü gelişmiş ülkeler etkin eğitim programları ile HIV/AIDS' i ve korunma yollarını öğretebilmeyi başarmış gözükmektedir. Eğitimde programların yanı sıra bir diğer önemli etkende ekonomik güç olarak kabul edilmektedir. Gelişmekte olan ülkeler kısıtlı bütçeleri ile giderek artan sayıdaki hastalarını tedavi için gerekli masrafı yapmakta zorlanırken, beraberinde eğitim programlarını yürütememektedirler. <br />
<br />
Bazı gelişmekte olan ülkelerde ve sanayileşmiş ülkelerde HIV enfeksiyonunun yayılımını engellemeye yönelik çeşitli programlar düzenlenmektedir. Damar içi madde kullanımının önlenmesine yönelik çalışmalar, ithal kan kullanımını sınırlayan politikalar, temiz enjektör değiştirme programları yapılmış olsa da bunların hiçbiri tek başına HIV bulaşını önlemede yeterli programlar olarak gözükmemektedir. <br />
<br />
Türkiye’de HIV/AIDS <br />
Türkiye'de cinsel yolla bulaşan hastalıklarla ilgili yeterli önlemlerin alınamaması ve eğitim programlarının yeterli etkinlikte olamaması nedenleri ile HIV/AIDS büyük bir sorun olmaya başlamaktadır. Ancak ülkemizde sağlık kayıt sistemlerinin özellikle cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda yeterli çalışmaması ve hastalığın uzun süren belirtisiz döneminin olması nedeni ile gerçek rakamların bunun çok üstünde olduğu düşünülmektedir. Türkiye'de ilk olguya 1985 yılında tanı konmuş ve o tarihten başlayarak 1992 yılına kadar olgu sayılarında bir önceki yıla göre fazla artış saptanmaz iken, 1992 yılından beri olgu sayıları katlanarak artmaktadır. <br />
<br />
Türkiye'de HIV/AIDS olgu sayılarının artma nedenleri şöyle sıralanabilir <br />
<br />
<br />
Ülke nüfusunun genç olması, <br />
Cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda bilgilerin kısıtlı olması, <br />
Turizm sektörünün ülkemizde giderek gelişmesi: Ülkemize her geçen gün daha fazla sayıda turist gelmektedir. Özellikle HIV/AIDS olgularının sık olduğu ülkelerden gelen turistler arasında bu hastalığa yakalanmış kişilerin bulunma olasılığı fazladır. <br />
Yurtdışında çalışan Türk vatandaşlarının çok sayıda olması ve giderek artması: Özellikle yurt dışında uzun süreli kalan vatandaşlarımızın bulundukları ülkedeki hasta sayısının sıklığına bağlı olarak bu hastalığa yakalanma riski artmaktadır. <br />
Damar içi madde kullanımının giderek artması: HIV/AIDS bulaş yolları arasında damar içi madde kullananlar ikinci sırayı oluşturmaktadır. Damar içi madde kullananların sayılarının giderek artması HIV enfekte olgu sayılarının da artmasına neden olmaktadır. <br />
<br />
Ülkemizde cinsiyete göre dağılımda <br />
%73.5 erkek, <br />
%26.5 kadın olarak saptanmaktadır. <br />
<br />
Olguların %20'sinin sürekli yaşadığı yerin yurtdışı olduğu, toplam 57 ilden bildirim yapıldığı ve en fazla bildirimin Ankara, İstanbul ve İzmir'den olduğu bildirilmektedir. <br />
<br />
HIV/AIDS'in Bulaş Yolları ve Korunma <br />
<br />
/ Risk gruplarına göre HIV/AIDS olguları incelendiğinde: <br />
<br />
%46.3 heteroseksüel, <br />
%9.48 damar içi madde kullananlar, <br />
%9 homoseksüel, <br />
%5.5 kan transfüzyonu (%1.5 hemofili hastaları, %4 diğer) yolu ile, <br />
%0.85 anneden bebeğe geçiş, <br />
%28.1 ise bilinmeyenlerden oluştuğu görülmektedir. <br />
<br />
%28.1 gibi büyük bir oran göstermektedir ki eksik bildirim söz konusudur ve bu da ülkemizdeki epideminin boyutunu öğrenmedeki güçlüğü gözler önüne sermektedir. <br />
<br />
Cinsel yolla bulaşma <br />
HIV enfeksiyonunun en önemli bulaş yolu cinsel temastır. HIV/AIDS her türlü cinsel temasla (homoseksüel, heteroseksüel, vajinal, oral, anal) bulaşmaktadır. Semen (meni) ya da kanla temasa neden olabilecek her türlü cinsel etkinlikte bulaş riski bulunmaktadır. Bu tür bulaşa bağışık hiç kimse bulunmamaktadır. Bulaş için HIV (+) kişi ile yapılan tek bir cinsel temas bile yeterli olmakta ancak cinsel temas sayısı arttıkça bulaş riski artmaktadır. <br />
<br />
Cinsel aktiviteden bütünüyle kaçınarak ya da enfekte olmayan eşle monogamik bir ilişki sürdürerek HIV enfeksiyonunun bulaşı önlenebilmektedir. Cinsel temas sırasında prezervatif (kondom, kılıf) kullanılmasının koruyuculuğu, kondomun lateks olması, doğru ve sürekli kullanılması, yırtık ya da delik olmaması kaydıyla kanıtlanmıştır. Kadınlar için hazırlanmış olan intravajinal kondomlar da doğru ve sürekli kullanımla etkili olmaktadırlar. <br />
<br />
Kan ve kan ürünleri ile bulaşma <br />
Kanda virüsün yoğun miktarda bulunması nedeni ile virüsü taşıyan kişilerden alınmış kan ve kan ürünleri ile hastalık bulaşabilmektedir. 1985 yılında antikor testlerinin bulunması ile dünyanın her yerinde kan ve kan ürünlerinin hastaya verilmeden önce HIV yönünden test edilmesi zorunlu kılınmıştır. Türkiye'de 1987 yılından beri tüm kan ve kan ürünlerine ELISA yöntemi ile antikor saptandıktan sonra hastaya verilmektedir, bu nedenle kan ve kan ürünleri ile olan bulaş azalmış gözükmektedir. Ancak hastalığın pencere döneminin olması, acil durumlarda test yapılmadan kan ve kan ürünlerinin kullanılabilmesi nedenleri ile oranı çok azda olsa bu yolla geçiş bildirilmektedir. Damar içi madde kullanımı alışkanlığının önlenmesi, tedavi edilmesi, kullanılıyorsa ortak enjektör kullanımı risklerinin anlatılması bu grup hastalarda HIV bulaş riskini azaltmaktadır. Bazı Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletleri'nde devlet tarafından temiz enjektör dağıtım programları uygulanmakta ve çalışmalar önemli ölçüde başarı sağlandığını bildirmektedir. Gelişmiş ülkelerde enjektör paylaşımının azaldığı, steril iğne satın alınışında ve iğne temizleme işlemlerinde artma gözlendiği saptanmaktadır. <br />
<br />
Anneden bebeğe bulaşma <br />
HIV gebelik süresince, doğum sırasında ve postpartum (doğum sonrası) dönemde emzirmekle bebeğe geçebilmektedir. Bu oran %20-30'dur. Ancak HIV (+) anneye gebeliğinin son üç ayında, doğumdan sonra da bebeğe antiretroviral tedavi başlanır ve elektif sezaryen uygulanırsa bu oran %8-10'lara düşebilmektedir. <br />
Perinatal(Doğum sırasında) geçişte korunmada önemli olan öncelikle HIV prevalansı(görülme sıklığı) yüksek olan bölgelerde doğurganlık yaşındaki ve HIV enfeksiyon riski olan kadınlara hastalığı öğretebilmektedir. Eğer kadın HIV (+) ise doğum kontrol yöntemleri öğretilmeye çalışılmaktadır. Buna karşın gebe kalan HIV (+) kadınlara erken dönemde kürtaj yapılması pek çok ülke tarafından kabul edilmektedir. Eğer anne adayı bebeği doğurmak istiyorsa gebeliğin son üç ayında anneye, doğumdan sonra da bebeğe antiretroviral tedavi başlanmakta ve hasta yakın izleme alınmaktadır. <br />
<br />
Sağlık personeline bulaşma <br />
Sağlık personeline kan ile kontamine olmuş (bulaşmış) vücut sıvılarıyla temas sonucunda HIV'nin geçişi olanaklı olabilmektedir. Kontamine iğne batmasını izleyen serokonversiyon riski %0.3 iken, mukoza ya da derinin kanla kontamine vücut sıvılarıyla teması sonucunda serokonversiyon riski çok daha düşüktür. Sağlık personeli öykü ve fizik inceleme ile enfekte hastaları ayırt etme olanağına sahip olamadıklarından korunmak için tüm hastaların kan ve diğer vücut sıvılarını potansiyel enfekte kabul ederek evrensel önlemlere uyarak çalışmalıdırlar. <br />
<br />
Ülkemizde henüz sayıları bini bulan HIV enfekte olgular için hasta sayıları milyonları bulan ülkelerden örnek alarak, sayıların daha da artmasını engellemek için çalışmalarımızı artırmalıyız. HIV infeksiyonunun bulaş yollarını bilmek, korunmayı öğrenmek, öğretmek ve davranış değişikliğinde bulunulmasını sağlamak, HIV/AIDS'li hastaları toplumdan dışlamadan hep birlikte elele vererek yaşamakla bu hastalığa karşı savaşım verebiliriz.Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-14215406970283032932009-10-31T20:01:00.003+02:002010-06-26T00:50:46.041+03:00Aşı Programı Asilama yoluyla hastaliklara karsi kalici ya da uzun süreli bir korunma saglayabilmek için asilarin bir program dahilinde belli araliklarla tekrarlanmasi gerekir. Asi programlari olusturulurken çocuklarin bagisiklik sistemlerinin infeksiyonlara karsi yanit verebilme yetenekleri, mevsimler, hastaliklarin yayilma yollari ve toplumlarin sosyoekonomik kosullari gibi bir çok faktör göz önünde bulundurulur. Bu nedenle rutin olarak uygulanan asilama programlari ülkeler arasinda bazi farkliliklar gösterir.<br />
<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Gelismis ülkelerde yenidogan tetanozu tümüyle, verem ise büyük oranda kaybolmus hastaliklar oldugundan gebelere tetanoz, yenidoganlara BCG asisi uygulanmasi, bu ülkelerin asi programlarinda yer almaz. Isveç ve Avusturya gibi bazi ülkelerde canli çocuk felci asisi yerine rutin olarak ölü çocuk felci asisi kullanilmaktadir. Amerika Birlesik Devletlerinde çocuklarin hemen hemen tamami kizamiga karsi asilidir ve bu ülkede kizamik hastaligi, toplumdan neredeyse tamamen silinmis durumdadir.<br />
Gelismekte olan ülkelerde ise dünyaya gelen çocuklarin binde besi çocuk felci sonucu sakat kalmakta; yüzde biri yenidogan tetanozu, yüzde ikisi bogmaca ve yüzde üçü kizamik nedeniyle ölmektedir. Verem hastaligi da dahil edildiginde sayilan hastaliklar nedeniyle tüm dünyada her yil 5 milyon çocuk hayatini kaybetmekte, bir o kadari da sakat kalmaktadir.<br />
<br />
Çocukluk çagi hastaliklarini asilamayla önlemek için "asiyla önlenebilir hastaliklar"in herbirinin çesitli özellikleri ve ölüme yolaçma sikliginin çok iyi bilinmesi gereklidir. Bunun yaninda toplumsal ve ekonomik gelismeler, egitim durumu, göçler ve bölgesel yapi göz önünde bulundurulmalidir. Eger çocuklar gereken biçimde korunabilecekse, asilarin sirasi, zamani ve birlikte yapilacak asilar belirlenmelidir. Çocuklarin olabildigince erken yastan itibaren, eldeki en etkili ve en basit olanaklarla nasil korunabileceginin saptanmasi baslica amacimiz olmalidir.<br />
<br />
Etkili bir bagisiklik için, temel asilarin dogru ve eksiksiz yapilmasi esastir. Verilecek asi miktarlari, enjeksiyon sayilari ve aralarindaki süreler, ilk ve daha sonraki tekrarlar gerektigi sekilde uygulanmalidir. Enjeksiyonlar arasindaki ideal süre 1 ay olmakla birlikte çesitli nedenlerle daha erken ya da geç yapilan uygulamalarda programa yeniden baslanmasina ya da enjeksiyonun tekrarlanmasina gerek yoktur.<br />
<br />
Rutin Asi Takvimi<br />
Yas<br />
Asi<br />
Dogum<br />
Hepatit B<br />
1 ay<br />
Hepatit B<br />
2 ay<br />
BCG<br />
2 ay<br />
DTP + TOPV<br />
3 ay<br />
DTP (*) + TOPV<br />
4 ay<br />
DTP (*) + TOPV<br />
6 ay<br />
Hepatit B<br />
9 ay<br />
Kizamik<br />
16 ay<br />
DTP (*) + TOPV<br />
4-6 yas<br />
DTP (*) + TOPV<br />
14-16 yas<br />
dT (**)<br />
Hepatit B: B tipi sarilik asisi.BCG: Verem asisi.DTP: "Difteri Bogmaca Tetanoz" karma asisi.TOPV: Agizdan "Çocuk felci" asisi.dT: Eristin tip difteri asisi içeren "difteri Tetanoz" asisi.(*) Ilk karma asiyla havale ve bilinç kaybi gözlenenlere DT (Difteri Tetanoz" asisi uygulanir.(**) Eriskin tip difteri Tetanoz asisi bulunamazsa yalnizca Tetanoz asisi yapilir. 10 yilda bir tekrarlanir.<br />
<br />
Ana Çocuk Sagligi Merkezi ve Saglik Ocaklarinda rutin olarak uygulanmayan diger asilar:"Kizamik-Kizamikçik-Kabakulak" MMR (15. ay ve 5 yas), "Hepatit A" (0.1.6. ay), "Hemofilus influenza tip b" Hib (DTP+TOPV ile beraber) ve "Su çiçegi" asilarinin (15. ay MMR ile beraber) olanaklar elveriyorsa rutin olarak uygulanmasi saglanmalidir.Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5585072810925868869.post-84371727007081297102009-10-31T20:00:00.002+02:002009-10-31T20:00:53.447+02:00Bebeğiniz Kilo AlmıyorsaKilo alamayan bir bebek aynı zamanda kilo kaybediyor da olabilir. Doktorunuz, mama hazırlama şeklini değiştirmenizi, öğün sayısın artırmanızı ya da kilo alamama durumunu ortadan kaldırmak için, meme sütüyle destek olmanızı tavsiye edebilir.<br />Bazı bebekler, bebeğin yeme ya da büyüme yetisini engelleyen bazı fiziksel anormallikler yüzünden kilo alamazlar.<br />Bunlar arasında, damak yarıklığı, mide barsak hastalıkları, kronik kalp yetmezliği, karaciğer ve böbrek hastalıkları, habis tümörler ve salgı bezleri hastalıkları sayılabilir. Bu hastalıklardan herhangi birinin olup olmadığını anlamak için doktorunuz çeşitli testler yapabilir.<br />Tedavi, hastaneye yatırılmayı gerektirebilir.<br />Bebeğin kilo alıp almayacağını belirlemek için hastanede bebeğe genellikle sınırsız besleme yapılır. Ayrıca fiziksel bir anormallikten şüphelenildiğinde çeşitli testler yapılabilir ve röntgen çekilebilir.<br />Kilo alamayan bebeklerin görünüşü uzun vadede değişiklik gösterirse de, çoğu bebek tedavi sonrası iyi olur.<br />Karnı ağrıyan bir bebeğin anne babası olarak her beslenme sonrasında bebeğinizi geğirtmeye özellikle dikkat etmelisiniz. Biraz zaman alsa bile bebeğinizi geğirtmeye gayret etmelisiniz.Keywanhttp://www.blogger.com/profile/00561254871894315666noreply@blogger.com0