18 Temmuz 2008 Cuma

Alzheimer ve Parkinson Tedavilerinde Büyük Keşif

Bilim adamları, beyin hücreleri kısmen zarar görmüş fareleri, Omega-3 yağ asitleri ile yüklü özel bir besin ile besleyerek hafızalarının güçlenmesini sağladı. Bilim adamlarının hazırladığı özel besin desteği, özellikle Alzheimer ve Parkinson hastaları ile hastalık riski taşıyanlar için umut oldu.

Massachusetts Institute of Technology'de (MIT) görevli bilim adamları, Omega-3 yağ asitleriyle hazırladıkları özel diet menüsü ile besledikleri kobay farelerde hafızanın güçlendiğini ve öğrenmenin hızlandığını tespit etti.

Araştırmaya göre, başta Alzheimer ve Parkinson olmak üzere çeşitli baş hastalıkları yüzünden beyin sinir hücreleri kısmen azalan ya da zarar gören kişilerin, söz konusu besinle beyin fonksiyonlarının yeniden canlandırılabileceği belirlendi.

Bilim adamlarının hazırladığı besin desteğinde, bir çeşit Omega-3 yağ asidi olan DHA, Uridin ile Kolin bulunuyor.

Omega-3 yağ asitleri vücut tarafından üretilemiyor ama balık, yumurta, keten tohumu ve otla beslenen hayvanlardan elde edilen etlerde bulunuyor. Herhangi bir dış yiyecek kaynağından elde edilemeyen Uridin ise özellikle bebek emziren kadınların vücutlarında diğer insanlara göre daha çok bulunuyor. Kolin ise et, yumurta, fındık, fıstık, ceviz gibi kabuklu yemişlerde B vitamini formunda yer alıyor.

realage.com.tr

Sigara İçmenin 8 Nedeni!

Toplu alanlarda sigara kullanımının kanunen zorlaştırılması, sigarayı bırakma sürecinde sanıldığı kadar da etkili olamıyor. Çünkü zaman içerisinde fiziki nikotin ihtiyacı ve el-ağız alışkanlıklarına, davranışsal şartlanmalar da ekleniyor. İşte en fazla sigara içmeye neden olan 8 faktör ve sigarayı bırakma evresinde işe yarayacak 9 öneri!...
Acıbadem Sağlık Grubu, Internotional Hospital Etiler Tıp Merkezi?nden Klinik Psikolog Reyan Kanyas, sigarayı bırakmanın bilinçli olmanın yanı sıra yakınlardan da destek alındığı taktirde kazanılabilecek bir savaş olduğunu belirtiyor. "Herkes sigarayı bırakabilir? diyen Kanyas, en fazla sigara içmeye neden olan 8 faktörü ise şöyle sıralıyor:

Kahve veya alkol tüketirken
Yemekten sonra
İşe mola verildiğinde
Sinirlenince
Heyecanlanınca
Keyiflenince
Direksiyonda
Kül tablası, sigara, çakmak görünce kişi de şartlanmaya bağlı olarak sigara içme ihtiyacı beliriyor.

Sigara İçen İçmeyenle Çatışıyor

Sigara içen kişi yakın çevresinde içmeyenler ile sorunlar yaşıyor. Sigara içmenin yasak olduğu iş ve sosyal ortamlarda da sorunlar olabiliyor. Sigara içen kişilerin zararlarını bilseler de bu bağımlılıktan kurtulamayacaklarını varsayarak bu sorunları beyinlerinin gerisine ittiklerini söyleyen Reyan Kanyas, ?Sigara içen kişi bir süre için sigara içemeyeceği toplantı uçak-otobüs yolculuğu, sinema gibi durumlarda huzursuz ve sinirlidir. Bu ruh hali etrafına yansır. Ayrıca etrafındaki sigara içmeyen kişiler tarafından, etrafa yaydığı kötü koku ve dumandan dolayı olumsuz algılanıyor. Yanına yaklaşmak istemeyen ve kalabalık ortamlarda tanımadığı kişilerle bile çatışma yaşayabiliyor? diye konuşuyor.

Bırakırken Ailenin Desteği Çok Gerekli

Sigarayı herkesin bırakabileceğini belirten Kanyas, birçok kişinin kendi başına bırakabildiği gibi, bazı kişilerin de ilaç tedavileri, grup psikoterapileri, nikotin sakız ve bantları gibi tedaviler yardımıyla bırakabildiklerini söylüyor. Kanyas, sigara bırakmaya yardımcı bazı davranışsal yöntemleri şöyle sıralıyor:

Tarih belirlemek yararlı: Sigara bırakma tarihinin doğum günü gibi önemli bir tarih olması, bunun ilan edilmesi büyük yarar sağlar.
Sigara içme alışkanlıkları incelenmeli: Bırakmadan evvel sigaranın içildiği durumlar ve saatlerin not edilmesi gereklidir.
Sigarayı bırakma nedenleri belirlenmeli: Kişilerin sigarayı bırakma nedenleri farklılık gösterse de en öne çıkan iki neden sağlıklı yaşamak ve çocuklarına iyi örnek olma isteğidir.

Bırakma Evresinde İşe Yarayacak 9 Öneri!

1- Sigara bırakıldığında ilk günler çok önemlidir. Eğer sigara bir hekimin süpervizörlüğünde bırakılıyorsa ilk iki hafta düzenli görüşme ve sonra 1, 3, 6 ve 12 aylarda görüşme faydalıdır.
2- Görüşmelerde sigarayı bırakmış kalma durumu, motivasyonun sürekliliği, yeniden başlama (relaps) eğilimi değerlendirilir.
3- Sigaraya yeniden başlama eğilimleri, sigara içmenin bırakıldığı ilk haftalar içinde olmaktadır. Bırakan kişi ilk iki kontrolüne kadar sigara içmemişse bırakmış kalma olasılığı yüksektir.
4- Ancak yeniden başlamalar başarısızlık olarak değerlendirilmemeli ve yeniden bırakma yönünde kişi motive edilmelidir.
5- Sigarayı azaltarak bırakanların yeniden başlama ihtimali bir anda keserek bırakanlara göre daha çoktur.
6- Sigara bırakıldığında ilk günler 3-5 dakika süren sigara isteği dalgaları sıklıkla gelecektir. Bu dalgaların kişinin sigara içme alışkanlıklarına göre, önceden de farkedilebilecek zaman ve durumlarda gelmesi, bırakma açısından kolaylık sağlar. Sigaranın zararlarına yoğunlaşarak veya bir arkadaşı ile sohbet ederek bu dalgayı atlatabilir.
7- Aynı zamanda sigarayı bırakan kişi için el alışkanlığının yerini alacak başka el ve ağız alışkanlıkları oluşturulur. İlk günler sigara içilen sosyal ortamlardan uzak kalarak 3-5 dakikalık dalgaların gelme sıklığının azaltılmasına çalışılır.
8- Bol sıvı gıda ve meyve tüketilerek hemen ağız alışkanlıkları değiştirilir hem de sağlıklı beslenilerek kilo alınmasının önüne geçilir.
9- Egzersize başlamak sigara bırakma sırasında görülen fazla yemenin getireceği fazla kilolar ve motivasyon açısından faydalıdır.



ailem.com

Doğum Kontrol Yöntemleri


Doğum Kontrol Yöntemleri


Tüm aileler ve bireyler kendi doğurganlık davranışları konusunda doğru bilgiye dayalı, bilinçli ve gönüllü bir seçim yapmalıdırlar. Böylece istemedikleri gebeliklerden sağlıklı ve etkin bir biçimde korunabilirler.

A-Doğal Yöntemler
Doğal aile planlaması çiftlerin doğurganlık bilinci ile gebeliği önlemeyi ya da oluşturmayı sağlayan bazı kuralları birlikte uygulaması olarak tanımlanır. Dünya Sağlık Örgütü, doğal aile planlamasını, manstrüel sişkusun (adet sişkusu) fertil ve infertil dönemlerinde, doğal belirti ve semptomları gözleyerek gebeliğin planlanması ya da gebeliğin önlenmesi yöntemleri olarak tanımlamıştır.

Doğal Yöntemlerin Etkinliği %75’dir.

1. Servikal Mukus Yöntemi (Rahim Ağzı Salgısı)
Kadın vajinadaki salgıyı kontrol eder. Gözlemini ve salgının eldeki hissini her gün kaydeder. Ovülasyon (yumurtlama) yaklaşırken mukus artar, incelir ve rengi berraklaşır. Daha elastik ve kaygan olur. İki parmak arasında yavaşça uzatılabilir. Bu tür mukus spermlerin yaşamsını ve yumurtaya doğru ilerlemesini sağlar. Ovülasyondan önce ve sonraki dönemlerde mukus azalır ve yapışkan bir hal alır. Vajen kuru hissedilir. Mukusun arttığı bu dönemde cinsel perhiz yapılır.

2. Bazal Vücut Isısı Yöntemi
Ovülasyondan sonra salgılanan pregesteron hormonu ısı arttırıcıdır. Yeni vücut ısısını 0,2 ?C ile 0,5 ?C arasında yükseltir ve bir sonraki menstrüasyona kadar yüksek ısıda tutar. Bu yükselişe termalleşme denir ve bu da bazal vücut ısısı yönteminin temelidir. Ovülasyon denime, vücut ısısını izleyerek saptanabilir.

Cinsel perhiz, menstrüel kanamanın ilk gününden, ısı artışının saptandığı 3. günün sonuna dek sürdürülmelidir. Isı çizgisinin üstünde 3 ısı kaydedene kadar beklenmelidir. Bir sonraki menstrüel kanama başlayana kadar cinsel perhize ara verilir.

Bu yöntem tek başına kullanılmamalıdır. Servikalmukus ve/veya servikal palpasyon (elle muayene) yöntemleri ile birlikte kullanılmalıdır.

3. Servikal Palpasyon (Rahim Ağzını Parmakla Muayene) Yöntemi
Kadın kendi kendini elle muayene ederek, servikal (rahim ağzı) kenarındaki değişiklikleri tanımlayabilir. İnfertil (güvenli) dönemde serviks,dış ağzı kapalıdır ve elle kolayca ulaşılır. Yaklaşan yumurtlama (ovülasyon) ile birlikte ostrojen harmonu düzeyi yükseldikçe serviks yumuşar. Yukarı doğru çekilir ve dış ağızı açılır. Ovülasyondan ortalama 4-5 gün nce yumuşamanın başlaması belirgin hale gelir. Elle rahim ağzı daha zor ulaşılır bir hal alır ve ele gelince de yumuşaktır. Eşler servikste ilk değişikliklerin belirlendiği andan, serviksin kolayca hissedildiği, sert olduğu ve ağzının kapalı olduğu zamana kadar cinsel ilişkide bulunmamalıdır.

4. Takvim Yöntemi
Kadının bir periyodu 30 gün kabul edilirse ovülasyon adetin başlangıcından 16-18 gün sonradır. Buna göre adetin başladığı gün birinci gün olursa, adetin başlangıcından sonraki 14 ile 21. gün arası döllenme için en riskli dönemi oluşturmaktadır. Bu dönemde cinsel ilişkiden kaçınılmalıdır. Menstrvel sişkusun süresinin tam bilinememesi ve bir çok nedenden de etkilendiği için güvenli bir yöntem değildir ve kullanılmamalıdır.

5. Geri Çekme
Cinsel ilişki sırasında erkeğin cinsel organının, boşalmadan önce vajenden çıkartılıp, meninin vajen dışına boşaltılmasıdır. Başarı oranı %75’dir. Başarı ile uygulandığında bile kadında ve erkekte psikolojik ve fizyolojik sorunlar ortaya çıkabilmektedir.

6. Vajinal Yıkama
Bazı kadınlar, vajina duvar ve kanalındaki spermleri yıkayıp atma düşüncesi ile cinsel ilişkiden hemen sonra vajinayı su ile yıkamanın gebeliği önlediğine inanır. Bu yöntem doğum kontrol yöntemi olarak tamamen etkisizdir. Çünkü spermlerin birkaç saniye içinde servikal mukusa geçebilirler.

B- Emzirme ve Gebeliğin Önlenmesi
Adet kanaması olmadıkça emzirmeyle gebelikten korunma yöntemi olarak tanımlanan bu yöntem özellikle doğumdan sonraki ilk aylarda, süt veren kadınların, belli koşullarla doğal olarak doğurgan olmadığı düşüncesine dayanır. Emzirmenin her koşulda gebelikten korumadığı bilinmelidir. Belli koşullarda ve belli süre için emzirme ile korunabilinir. En fazla 6 ayı düzenli emzirme ve adet görülmemesi koşullarında emzirme, kadının bu dönemde yeniden ovülasyona ve adet görmesini geçiktirir. Etkinliği %85’dir.

C- Bariyer Yöntemler
Spermin rahim boşluğuna geçmesini engelleyerek gebelikten korurlar. Bariyer yöntemleri güvenlidir, yan etkileri yoktur, birlikte kullanımı etkinliklerini arttırır. Kondom (prezervatif), dioatrem ve spermisitler bu yöntemlerdendir.

1. Kondom
Cinsel ilişki sırasında penise takılan bir kauçuk kılıftır. Spermin vajinaya girmesini engeller. Sperisitler ile birlikte kullanılması etkinliğini arttırır. Doğum kontrolü dışında, AIDS ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıkların yayılmasını önler.

2. Diyafram
Diyafram rahim ağzını örten, kenarları daha sert, kauçuk bir araçtır ve servikal açıklığa uygulanan spermisit jel ya da krem ile birlikte kullanılır spermisit madde diyafram tarafından fiziksel olarak engellemeyen spermleri öldürür.

3. Spermisitler
Vajinal spermisitler, spermlerin servikse ulaşmadan etkisiz hale getirilmeleri için vajinaya konur. Köpük, tablet, krem şeklinde bulunurlar. Diğer doğum kontrol yöntemlerine göre etkinliği daha azdır. Etkinliğini artırmak için kondom veya diyafram ile birlikte kullanılmalıdır.

D-Oral Konto Septitler (Doğum Kontrol Hapları)
Doğum kontrol hapları şunlardır;
- kombine doğum kontrol hapları
- Yalnız prefesteron içeren haplar (mini haplar)
- Ertesi gün hapı

1. Kombine Doğum Kontrol Hapları
Çok güvenilir bir doğum kontrol yöntemidir. Östrojen ve progesteron hormonları birlikte bulunur. Ostrojen, yumutlamayı (ovulosyonu) baskılar ve döllenmiş yumurtanın gelişmesini engeller. Progesteron rahim ağzı sıvısının azaltıp kıvamının artmasına neden olarak spermlerin geçişini engeller. Etkinliği%99,9’dur. En etkili yöntemdir. Her gün hormon içeren haplardan bir tane alınır. Kullanımı kolaydır. Yumurtalık ve rahim kanseri riskini azaltır, iyi huylu meme hastalıklarını azaltır. Kemik erimesi riskini azaltır. Hap kullanmaya son verdikten sonra doğurganlık yeteneği tekrar devam eder. Kullanmaya başlamadan önce gebelik testi ile gebelik olup olmadığı saptanmalıdır. Meme kanseri, kan pıhtılaşması olanlarda, kalp hastalarında, karaciğer hastalarında kullanılmamalıdır. 6 aylıktan küçük bebek emzirenlerde, sigara içenler, şeker hastalığı, yüksek tansiyon, migren, depresyon tanısı olanlarda ise kontrol altında kullanılmalıdır.

2. Yalnız Progesteron İçeren Haplar (Mini Haplar)
Ostrojen içermezler ve kombine doğum kontrol haplarına göre daha az progesteron içerirler. Kadında doğal olarak oluşan rahim ağzı sıvısını kalınlaştırarak spermin geçişine engel olur ve yumurtlamayı %50 oranında engeller. Etkinliği %96’dır. Her gün aynı saatte alınmalıdır. Emziren kadınlarda kullanılabilir. Ostrojenin yan etkilerinden dolayı kombine doğum kontrol hapı kullanmayan kadınlarda kullanılabilir.

3. Ertesi Gün Hapı
Ertesi gün hapı doğum kontrol yöntemi değildir. Korumasız cinsel ilişkiden sonra, sürdürülmesi kesinlikle istenmeyen gebeliklerin, döllenmiş yumurtanın rahim yüzeyine yerleşmesinden önce önlenmesidir. Tecavüz gibi zorunlu durumlarda başvurulan bu haplar, kullanacak olan kişiye marka belirtilmeden ve paketinden çıkarılarak verilmelidir.

E-Enjete Edilen Doğum Kontrol İlaçları
Pregesteron içeren ilaçlardır. Ovülasyonu (yumurtlama) engeller. Ayrıca, spermin rahime girmesini engelleyen kalın bir servikal mukus da oluştururlar. 3 ayda bir kullanılırlar. Geçici kontrosptit yöntemlerinin en etkililerinden biridir. Adet düzensizlikleri yapabilir. Yumurtalık kanserine karşı da koruyucudur. Ciddi bir tıbbi sorunla karşılaşılmadıkça süresiz kullanılabilir. Hamile olan, karaciğer hastalığı, damarlarında pıtılaşma, meme kanseri, nedeni bilinmeyen kanamalarda kullanılmamalıdır.

F-Deri Altı İmplantleri
Beş yıl süreyle korunma sağlayan etkili, uzun süreli ve geri dönüşümlü bir doğum kontrol yöntemidir. Yapay hormon içeren yumuşak silikondan yapılmış altı ince ve esnek kapsül kadının üst kolunun iç kısmında derinin hemen altında küçük cerrahi bir girişimle yerleştirilir vücuda yavaş yavaş hormon salgılar. İçinde prefesteron hormonu ovülasyonu (yumurtlama) baskılayarak ve servikal mukusu, sperm geçişini engelleyecek biçimde kalınlaştırıp azaltarak gebeliği önler. En etkili doğum kontrol yöntemlerinden biridir gebelerde. Karaciğer hastalığı damarda pıhtılaşması olanlarda meme kanserinde kullanılmaz.

G-Rahim İçi Araçlar (RİA)
Günümüzde RİA, dünyada en yaygın olarak kullanılan geri dönüşümlü, uzun süre etkili doğum kontrol yöntemidir. Türkiye’de en çok Bakır T390A RİA kullanılır. Şekli T harfine benzer.

RİA rahim içine yerleştirilir, genellikle bakır ya da bir steroid hormon içeren, küçük plastik bir cisimdir. RİA spermin üst genital yollara ulaşmasına, yumurtanın (ovum) hareket etmesine engel olarak döllenmeyi engeller. Cinsel ilişkiyi etkilemeyen, güvenli ve çok etkili bir yöntemdir. Emziren kadınlar içinde uygundur.

RİA çıkarılıncaya kadar rahimde durur. Kendiliğinden düşerse vajinadan atılır. Rahim ağzında yara ya da kansere neden olmaz. Yerinde olup olmadığı klavuz ipi yoklanarak anlaşılır. 8 yıl kadar kullanılabilir. Cinsel yolla bulaşan (AİDS gibi) hastalıklara karşı koruma sağlamaz.

Kadının hamile olmadığından emin olunduğunda adet süresi boyunca herhangi bir zamanda uygulanabilir.

H-Gönüllü Cerrahi Sterilizasyon
Gönüllü cerrahi sterilizasyon (kısırlaştırma) bütün dünyada kabul gören ve giderek yaygınlaşan bir aile planlaması yöntemidir. Baka çocuk istenmeyen ve doğurganlıklarını sona erdirmek isteyen çiftler için en güvenli yöntemlerden biridir. Doğurganlığı kalıcı olarak sona erdiren 18 yaşını doldurmuş olan herkese rızası ile, evliyse eşinin de onayı alınarak işlem yapılabilir. Kadında tüp ligasyonu (tüplerin bağlanması), erkekte vazektemi (sperm kanallarının bağlanması) şeklinde yapılan işlem, eğer istenilirse mikro cerrahi yöntemler ile düzeltilip, geriye dönüş de sağlanabilir. Ancak tekrar bu düzeltme işlemleri çok pahalı, zaman alıcı ve kesin sonuç garanti edilemez. Kadında tüp ligasyonu (tüplerin bağlanması) cinsel işlevleri etkilemez. Her iki tüp bağlandığı için yumurtalıktan gelen yumurta rahime ulaşamaz ve döllenmede engellenmiş olur.

Erkekte uygulanan vazektemi (sperm kanalının kesilip bağlanması) yönteminde spermin mekanik olarak dışarı ulaşması engellenmiş olur. Erkekte cinsel istek ve tenksiyonlar yönünden bir bozukluğa neden olmaz. Geri dönülmesi güçtür, kalıcı bir yöntem olarak kabul edilmelidir.

Kaynak : TR.NET Sağlık Sayfaları - saglikbilgisi.com

Emzirmek, anneyi romatizmadan koruyabilir


İsveç’te yapılan bir araştırmaya göre, bebeğini uzun süre emziren annelerin menopoz döneminden sonra romatizma olma riski azalıyor.



Plos Medicine dergisinin internet sitesinde yayımlanan habere göre, bebeğini en az bir yıl emziren annelerde menopoz döneminden sonra romatizma hastalığının bir türü olan romatoid artrite yakalanma riskinin azaldığı, İsveç’te yapılan araştırmayla ortaya çıktı.


Araştırmada, emzirmenin ya da doğum kontrol hapı kullanmanın romatoid artrit hastalığına yakalanma olasılığına etki edip etmediği incelendi.Kanserle ilgili başka bir araştırmaya katılan 18 bin kadının verilerine bakılarak yapılan inceleme sonucunda, katılımcıların 136’sının romatoid artrit olduğu saptandı. Bu kadınların yaşam tarzları, bebeklerini emzirip emzirmedikleri, emzirdilerse bunun ne kadar sürdüğü ve doğum kontrol hapı kullanıp kullanmadıkları gibi veriler, 544 sağlıklı kadının verileriyle karşılaştırıldı.Veri analizi sonucunda, en az 13 ay emziren annelerin romatoid artrit olma riskinin, hiç emzirmeyen annelere göre yarıya düştüğü ortaya çıktı.Bilim adamları, bebeklerini 1 ila 12 ay emziren annelerde de hastalığa yakalanma riskinin azaldığını belirterek, eğitim düzeyi, sigara alışkanlığı ve doğum kontrol haplarının hastalığa yakalanma konusunda etki etmediğini kaydettiler.Araştırmanın, romatoid artrit hastalığının kadınlarda erkeklerden daha fazla görülmesi nedeniyle önemli olduğu ifade edildi.Eklem iltihabının (artrit) sık görülen formu olan romatoid artrit, eklemlerin içindeki zarda (sinoviyum) ve/veya diğer iç organlarda iltihaba yol açıyor. Hastalık, eklemde ısı artışı, şişme ve ağrıya yol açabiliyor.


Seks hakkında bilmek istediğiniz herşey


“Ne nedir, neden olur? Peki niye öyledir?” gibi seksle ilgili sorularınız mı var? İste sorularınızın yanıtları. Aklınızda soru işareti kalmasın!

Cinsel yaşam, insanlığın en karanlık kalan yanlarından biri. Utanç duygusuyla korkuların birleşimi, cinselliğin her tür gerçek dışı söylentiyle birleşmesine neden oluyor. Kulaktan dolma bilgiler, uydurulmuş öyküler, cinsellik bir sır gibi fısıldandığı sürece, gerçeğin yerini alıyor.

İşte size gerçek bilgiler... Belki, merak edip soramadığınız, belki yalan yanlış bilgiler yüzünden yanlış bildiğiniz soruları derledik.

G noktası nerededir?
Yüzyılın en önemli keşiflerinden birinin adı “G noktası”. 1940 yılında Alman jinekolog Dr. Ernst Granfenburg tarafından adı konulan bu nokta, daha doğrusu alanın, kadının en erojen bölgelerinden biri olduğu iddia ediliyor. Vajina duvarında, yaklaşık 5 cm derinlikte bulunan ve bir noktadan çok bir alan diyebileceğimiz G noktasının orgazmı kolaylaştırdığı söyleniyor. Niye bir söylenti gibi aktardığımıza gelince; bu bölgeyi bulmak için, Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfederken harcadığı enerjiyi gözden çıkarmalısınız. Çünkü, Kutup Yıldızı’nın gökyüzündeki yerini bilmeniz, onu her gece gökyüzünde görebileceğiniz anlamına gelmez. Partnerinizle birlikte bu duyarlı bölgeyi bulmak için çeşitli pozisyonlar deneyebilirsiniz.

G noktası sadece kadınlara özgü bir erojen bölge midir?
Erkek de kadının uyarıldığı bölgelerden uyarılabilir. Örneğin göğüs uçları, kulak içleri, ense, kadında da erkekte de ortak erojen bölgelerdir. Erkeklerde, kadınlardaki G noktasına karşılık gelen bölge, testislerle anüs arasında bulunur. Erkeklerin G noktasını bulmak kolaydır. Ancak, çoğu zaman erkekler anüslerine yakın dokunulmasından hoşlanmadıklarından, buna izin vermeyebilirler.

Penis, gerçek büyüklüğüne ne zaman ulaşır?
Erkek cinsel organları, 17 yaşında normal büyüklüğüne ulaşır. Erkekler, 10-13 yaşlarıda ergenlik dönemine girdiklerinde, penisleri de diğer organları gibi, gelişmeye ve büyümeye devam eder. Bu büyüme 17 yaşına gelinceye kadar sürer. Bir erkeğin ergenliğe girmesiyle, cinsel gelişimini tamamlaması aynı şey değildir.

Penisin normal büyüklüğü nedir?
İşte erkeklerin daha çok küçük yaşlardan itibaren cevabını aradıkları can alıcı bir soru. Bu normal ölçü arayışının başlıca sebebi, bu çıtanın altında mı, yoksa üstünde miyim kaygısı. Bu sorunun cevabı “Partnerini mutlu eden penis, normal penistir” diye verilebilir. Bütün penisler erekte olduğunda uzar. Ancak, daha matematik bir cevap istiyorsanız, 13-15 cm kadar diyebiliriz. Şimdiye kadar tıbbi kayıtlara geçen en uzun penisin 33,5 cm uzunluğunda ve 15 cm çapında olduğu belirtiliyor. Şunu söyleyelim; çok büyük penis insana sadece problem getirebilir. Neden derseniz; 1. Vajinadan daha uzun ve geniş bir penis, acı verebilir. 2. Penis büyüdükçe, ereksiyon zorlaşır.

Uzunluk mu önemlidir, genişlik mi?
Siz söyleyin, hangisi? Erkeklerin uzun penis takıntısını boşverin. Bakın Seks Terapisti Julie Gole ne diyor:
“Eğer ideal bir penis tasarımı yapabilseydik, bu kapı tokmağı gibi, “kısa ve kaim olurdu.”

Prezervatif kullanırken bebek yağı kullanılmalı mı?
Kayganlığı arttırıcı yağlar prezervatifi olumsuz etkileyebilir. Yağ bazlı vazelin, el kremi, dudak parlatıcısı, ruj gibi maddeler, prezervatifi zayıflatabilir. Bu tip ürünler kullanmak yerine özel hazırlanmış ve prezervatifle kullanılabileceği belirtilmiş maddeler kullanın. Ya da ön sevişme süresini uzatın.

AIDS, oral seksle bulaşır mı?
Olabilir. HIV virüsünün bazı vücut sıvıları ve kanla bulaştığı herkesçe biliniyor. Oral seks sırasında ağzınızın içindeki mikroskobik kesikler, dişetlerinizdeki küçücük bir yara virüsün vücudunuza girmesine neden olabilir. Sadece HIV değil, herpes virüsü ve pek çok cinsel hastalık, oral seks sırasında bulaşabilir.

Regl döneminde seks güvenli midir?
Hayır. Hamile kalabilirsiniz. Yoksa siz vajina içinde spermin 5 gün boyunca canlı kalabileceğini hâlâ öğrenemediniz mi? Regl döneminin tehlikesiz olduğunu düşünüp hamile kalmak çok acı bir sürpriz olabilir. Unutmayın, bazı kadınlar, cinsel ilişki sırasında bile yumurtlayabilirler!

Bazen seks neden acı verir?
Vajinal sıvının yeterli olmadığı durumlarda, eğer bir kayganlaştırıcı da kullanmadıysanız, doğacak tahrişlerden ötürü seks acı verebilir. Seks sonrası küçük ağrılar genellikle problem yaratmayacak cinstendir. Ancak, ağrı sürekli hale geliyorsa ve her birleşme sırasında ve sonra yineleniyorsa, mutlaka doktora görünün. Çünkü bu tip ağrılar vajinal kistlerin ve yaraların habercisi olabilir. Birleşme sonrası kaşıntı ve tahriş yaşıyorsanız, belki de meni alerjiniz vardır. Siz siz olun, işinizi şansa bırakmayın ve doktora görünün.

Klitoris seksten sonra neden hassaslaşır?
Klitoris, bir aysberge benzer... Yani göremediğiniz tarafları, gördüğünüzden çok daha fazladır. Erkeklerdeki penise benzer bir yapısı vardır. Seks sırasında içindeki kılcaldamarlar kanla dolar. Dokunulmaya karşı duyarlılığı artar.

Orgazm sonrası kendimizi neden daha iyi hissederiz?
Orgazm, damarlarımızdaki kan akışını hızlandırır ve dolaşımı canlandırır. Meditasyon kadar etkili bir rahatlama yöntemidir. Bungee Jumping yapmış birinin yere ayak bastığı andaki rahatlama hissini düşünün. Orgazm, biraz da buna benzer.

Menide kalori var mı?
Evet. Bir boşalımlık menide yaklaşık 25 kilojul vardır.

Neden meni bazen koyudur?
Eğer partnerinizin menisi koyuysa buna sevinin. Çünkü bilin ki, kendisini size saklamıştır. Erkeğin ilişki sıklığına bağlı olarak menisinin kıvamı değişir.

Kadınlar da boşalır mı?
Bu da çok tartışılan ve cevabı çok merak edilen bir konu. Kimilerine göre kadınların yüzde 40”ı erkekler gibi boşalıyor. Ancak, bunun normal vajina sıvısı mı, yoksa G noktasının orgazma katkısı mı olduğu konusu henüz kesin değil. 1988 yılında Slovakya’da yapılan bir araştırmada, kadınların G noktalarına baskı uygulanmış, sonuçta bazı kadınlarda bir boşalma görülmüş.

Neden penis bazen yana yatar?
Bazı durumlarda erekte olmuş penislerin, bir tarafa doğru yattığı görülür. Bu normal bir durumdur. Penisler de tıpkı diğer organlar gibi, her insanda farklı özellik gösterir. “Peyronie”s disease” adı verilen ve peniste nedeni belli olmayan hücre çoğalmasına sebep olan ağrılı bir hastalık da penisin çarpık durmasına neden olabilir.

Penis kırılabilir mi?
Evet. Ereksiyon halindeki bir penis, baskı altında kırılabilir. Çok ağrı verici olan ve doktor müdahalesine gerek duyulan bu durum, erkekler için çok ciddi bir sorun olabilir. Bu tatsız durumu yaşamamak için, dikkatli olmak da fayda var.

Erkekler orgazm taklidi yapar mı?
Evet. Ereksiyon olması ille de boşalacağı anlamına gelmez. Hatta belki başı ağrıyordur çok yorgundur ya da havasında değildir. Sadece sizi kırmaktan çekindiği için sizi geri çevirememiştir. Orgazmdansa orgazmı taklit etmeyi tercih edebilir.

Seks sırasında komik sesler mi çıkıyor?
Evet, kimi zaman böyle şeyler olabilir. Hatta gaz kaçırmak bile mümkün. Bunu seksin doğal sürecinin bir parçası olarak kabul edebilirsiniz.

İspanyol seksi nedir?
“French Kiss”ten sonra bu da ne oluyor?” demeyin. Çok özel bir tarafı yok. Normal bir ilişkiden farkı, erkeğin, kadının göğüsleri üzerine boşalması. Her duruma isim takmak ve bir millet patenti vermek isteyenlerin koyduğu öylesine bir isim kısacası.

Penis neden mavileşir?
Yüzüstü pozisyonda, penise daha fazla kan gitmesi, penisin mavileşmesine neden olabilir. Boşalma sonrası ya da ereksiyonun sona ermesi halinde, penis tekrar gerçek rengine döner. Eğer çok rahatsız oluyorsanız bakmayın. O rahatsız oluyorsa, bir doktora görünsün. En azından içi rahat eder.

Kaynak: ntvmsnbc

Başağrısı deyip geçmeyin


Başağrılarının 300’den fazla farklı tipi var. Birçoğunun kökeni halen tam anlaşılmamış olmakla beraber genellikle iyi huylu özellik sergiliyor. Ancak bazen ciddi ve yaşamı tehdit eden nedenlerle ilişkili olabiliyor.

Anadolu Sağlık Merkezi’nden Nöroloji Uzmanı Dr.Sema Demirci başağrısı tipleri hakkında belirtisinden tedavisine faydalı bilgiler verdi.

Baş ağrıları tüm dünyada hekime başvurularda en sık dile getirilen yakınmayı oluşturuyor. Kadınların yüzde 5’i ve erkeklerin yüzde 2.8’i her yıl 180 gün ve üzerinde süreyi baş ağrılarıyla geçiriyor. Baş ağrılarının 300’den fazla farklı tipi var. Birçoğunun kökeni halen tam anlaşılmamış olmakla beraber genellikle iyi huylu özellik sergiliyor. Ancak bazen ciddi ve yaşamı tehdit eden nedenlerle ilişkili olabiliyor.

Baş ağrıları hemen tüm dünyada Uluslararası Baş ağrısı Birliğinin(IHS) belirlediği kriterlerle sınıflandırılıyor. Oldukça geniş kapsamlı olan bu sınıflamaya göre; primer ve sekonder olmak üzere ikiye ayrılıyor.

Primer (birincil) baş ağrıları:
Baş ağrısını açıklayacak herhangi bir sistemik ve/veya beyin hastalığı olmuyor. Bu grupta migren, gerilim tipi baş ağrıları, küme baş ağrısı gibi baş ağrısı tipleri yer alıyor.

Sekonder (ikincil) baş ağrıları:
Bu grupta beyinde ve/veya sistemik olarak bir hastalık bulunuyor ve ağrılar bu hastalıkla ilişkili oluyor. Baş ağrısının hangi grupta olduğunu belirlemek için, geniş bir anamnez, nörolojik muayene, beyin görüntülemesinin yanı sıra , kan ve idrar tahlilleri, EEG (elektroensefalografi), gereken durumlarda lomber ponksiyon(belden su alma) işlemleri yapılması gerekiyor.

MİGREN
En sık primer baş ağrısı nedeni olan migren, damarsal kökenli, akut ataklarla giden kronik bir hastalık. Kadınların ortalama yüzde 18’i, erkeklerin yüzde 6’sında görülüyor. Migrenli hastaların yaklaşık yüzde 70’inde ailede migren öyküsü bulunuyor. Migren atakları sırasında hastaların yüzde 80’inde şiddetli baş ağrısı ve buna eşlik eden bazı bulgular görülüyor. Bunların 1/3’ünde bu rahatsızlık hissi günlük işlerine devam etmelerini engelliyor ve yatak istirahati bile gerektirebiliyor. Hastalık, hem günlük yaşam kalitesini düşürmesi hem de iş gücü kaybı ile ciddi ekonomik yük oluşturuyor.

Belirtileri:
Uluslararası Baş ağrısı Birliği bazıları seyrek görülen birçok migren tipi belirlemiş. Auralı (öncül belirtili) migrende baş ağrısı öncesinde ışıklar, zik zaklar, renkler görme şeklinde çoğunlukla görsel belirtiler gelişiyor. Aurasız, yani öncül belirtileri olmayan migrende ataklar aniden ortaya çıkıyor. Migren atağı sırasında genelde sağ veya sol yarım baş ağrısı vardır. Bu ağrı zonklayıcı, orta veya çok şiddetli bir baş ağrısıdır. Ağrıya mide bulantısı, kusma isteği veya kusma, ışık ve sese karşı hassasiyet, bazen ağrı olan tarafta uyuşmalar da eşlik edebiliyor. Ataklar ortalama 4-72 saat sürebiliyor. Ataklar sırasında birçok hasta sessiz ve karanlık bir odada yatma ihtiyacı hissediyor.

Nedenleri neler?
Migren ataklarını tetikleyen bazı durumlar olabiliyor. Bunlar adet dönemi, yumurtlama dönemi, doğum kontrol hapı kullanımı, hormon yerine koyma tedavileri gibi hormon dengesinde değişiklik yapan durumlar, alkol, konserve yiyecekler, aspartam (tatlandırıcılarda bulunur) gibi maddeler, çikolata, eski peynir, öğün kaçırma gibi beslenme ile igili durumlar, stres, üzüntü, depresyon, aşırı fiziksel aktivite ve yorgunluk, aşırı ve parlak ışıklı, floresan aydınlatmanı mekanlar, uykusuzluk, aşırı uyku, damarlarda genişleme yapan bazı ilaçlardır.

Tanı nasıl konuyor?
Migren tanısı konması için bu özeliklerin yanı sıra hastanın gerekli incelemelerinin yapılıp baş ağrılarına neden olabilecek başka bir hastalığın olup olmadığının kanıtlanması gerekiyor.

Nasıl tedavi ediliyor?
Migrenin iki tip tedavisi var. Biri atağı durdurmaya diğeri ise ataklardan korumaya yönelik tedavidir. Atak tedavisi sadece atak sırasında kullanılıyor. Ağrıların şiddeti ile süresine ve hastanın durumuna göre basit ağrı kesiciler ya da özel migren ilaçlarından yararlanılıyor. Şiddetli bulantı-kusmaları ve atak sırasında aşırı huzursuzluğu olan hastalarda bu şikayetlere yönelik tedaviler gerekebiliyor. Ataklardan korumaya yönelik tedavinin birinci basamağı ise atağın sıklık ile şiddetini azaltmak. İkinci olarak da ilk basamak başarılı olduğu takdirde hastanın kullanmakta olduğu ağrı kesici miktarını azaltmak ve onun yaşam kalitesini yükseltmek. Kullanılan ilaçlar çok çeşitli gruplardan oluşuyor. Bunlar epilepsi(sara) ilaçları, depresyon ilaçları, hipertansiyon ilaçları, magnezyumlu bazı ilaçlar olarak gruplandırılabiliyor. Bu ilaçların hangisinin seçileceğine migrenin tipi, atakların sıklığı, ataklar sırasında eşlik eden şikayetlerin özellikleri, hastanın yaşı, başka hastalıklarının olup olmaması gibi durumlara göre ilgili hekim karar veriyor. Kadınların ortalama yüzde 18’i, erkeklerin yüzde 6’sında görülüyor.

GERİLİM TİP BAŞ AĞRILARI
Primer başağrıları grubundaki diğer bir ağrı tipini ise gerilim tipi baş ağrısı oluşturuyor. Bu baş ağrıları kaslarda gerginlik ve stres sonucu ortaya çıkıyor.

Tanı nasıl konuyor?
Gerilim ağrıları olan hastalar baş ağrılarını genelde basınç ya da gerilme şeklinde tarif ediyorlar. Ağrılar migrenin aksine hafif- orta şiddette seyrediyor. Genelde iki taraflıdır, aşırı fiziksel aktiviteyle alevlenmeleri olmuyor. Bulantı, kusma, ışık ve ses hassasiyeti olmuyor. Tanı için bu özeliklerin yanı sıra yine baş ağrısının başka hastalıkla ilişkili olmadığının kanıtlanması gerekiyor. Eğer yılda yaklaşık 180 günü ağrıyla geçirmeye neden oluyor ve her ağrı atağı 30 dakika ile 7 gün arası sürebiliyorsa tekrarlayan gerilim baş ağrısından söz ediliyor.

Nasıl tedavi ediliyor?
Şiddetli dönemlerde basit ağrı kesiciler kullanılabiliyor. Ancak sık tekrarlayan ataklar varsa koruyucu tedavi olarak, hastanın yaşı ve diğer hastalıkları göz önüne alınarak ilgili hekim tarafından depresyon ilaçlarına başlanabiliyor. Koruyucu tedavinin amacı yine kullanılan ağrı kesici miktarını azaltmak ve yaşam kalitesini arttırmak. Migren ve kronik gerilim tipi baş ağrıları olan hastalarda bazı psikiyatrik bozuklukların birlikteliğine oldukça sık rastlanıyor. Psikiyatrik problemlerin de ilgili uzman tarafından değerlendirilmesi tedavi başarısında artış sağlayabiliyor.

KÜME BAŞ AĞRILARI
Küme baş ağrılarında, saniyeler süren şiddetli ağrı atakları arka arkaya kümeler halinde geliyor. Bu tip baş ağrısı genelde erkeklerde görülüyor. Ağrı çoğunlukla göz çevresi ve şakakta yoğunlaşıyor ve tek taraflı oluşuyor. Gözde kızarma, yanma, sulanma gibi belirtiler olabilir. Ağrı çok hızlı başlıyor, 10-15 dakikada zirve yapıyor ve 30-45 dakikada sonlanıyor. Ataklar 7 gün de bir görülebileceği gibi yılda bir sıklığında da olabiliyor. Ağrısız dönemlerin süresi 2 haftadan yıllara kadar uzayabiliyor. Ataklar alkol, sigara ve damarlarda genişlemeye yol açan ilaçları kullanmakla tetiklenebiliyor.

Tanı nasıl konuyor?
Yukarıda belirtilen özelliklerin yanı sıra ağrıların başka bir hastalıkla ilişkili olmadığının tetkiklerle kanıtlanması gerekiyor.

Nasıl tedavi ediliyor?
Atak sırasında hastaya yüksek miktarda O2 solutuluyor ve migren ilaçları kullanılıyor. Atağı önlemek için hipertanisyon, epilepsi(sara) ilaçlarının bazıları ve bazı ilaçlara, ilgili hekim kontrolünde başlanabiliyor. Genellikle migren ve gerilim baş ağrılarında tedavinin başarısız olmasının en önemli nedeni, hastanın tedaviye uyum göstermemesi. Özellikle koruyucu tedavilerin etkileri 3 haftadan sonra ortaya çıkıyor ve ilk haftada bazı yan etkileri olabiliyor. Hastalar ilaçları ilk hafta içinde ya da 3 haftalık periyod sonunda bırakabiliyor. Bir grup hasta da tedavide başarı sağlandığı anda iyi olduğunu düşünerek tedavisini yarıda bırakıyor. Tedavi edilmemiş farklı türden baş ağrıları günlük kronik baş ağrısı denilen ve genellikle hemen hiç geçmeyen, tedavisi oldukça güç olan bir baş ağrısı tipine dönüşebiliyor. Bu nedenle tüm tedavilerin ilgili hekim tarafından belirlenmesi ve takip edilmesi gerekiyor.

VERTİGO (BAŞ DÖNMESİ)
Baş dönmesi, nöroloji kliniklerinde sık karşılaşılan şikayetlerden birini oluşturuyor. Çoğu zaman altında önemli bir hastalık bulunmayan ve kendiliğinden düzelen bir belirti olarak ifade ediliyor. Ancak bazen çok ciddi nörolojik bir hastalığa da işaret edebiliyor. Vücudumuzun mekandaki pozisyonundan haberdar olmayı ve dengemizi sağlayan bazı mekanizmalar var. Göz, iç kulaktaki denge organı, kas ve eklemlerden kalkan uyarılarla sürekli baş ve vücudun diğer kısımlarının birbiriyle ve mekandaki yerleri hakkında beyne bilgi geliyor. Bu mekanizmalarda bozukluk olunca denge bozukluğu veya baş dönmesi ortaya çıkıyor. Baş dönmesi sık karşılaşılan bir şikayet. Ancak hastalar çok farklı şeyleri baş dönmesi olarak ifade edebiliyor. Vertigo, hastanın kendi bedeni veya çevrenin etrafında gerçekten dönmekte olduğunu zannetmesiyle gelişen bir tablo. Bu şekilde bir dönme hissi olmadan ortaya çıkan vertigo ise yalancı vertigo(dizzness) olarak tanımlanıyor.

Belirtileri neler?
Vertigo çok şiddetli olduğunda hastalarda gözlerde sıçrayıcı hareket, bulantı ve kusma, ayakta duramama şeklinde belirtiler de olabiliyor.

Nedenleri:
Vertigo; iç kulak, denge siniriyle ilgili hastalıklar, beyin sapı ve beyinciği tutan hastalıklarda görülebiliyor.

Meniere hastalığı: iç kulakla ilgili bir rahatsızlık. Hasta dakikalar veya saatler süren ataklar halinde tekrarlayan vertigodan yakınıyor. Bu sırada ayakta duramıyor, en ufak baş hareketiyle şiddetli vertigo gelişiyor. Genelde bulantı, kusma ve kulak çınlaması eşlik ediyor. Atakların tekrarlaması hasta olan iç kulak tarafında işitme kaybına neden oluyor.

İyi huylu tekrarlayıcı Pozisyona bağlı vertigo: İç kulakla ilgili bir rahatsızlık.Başın belli bir pozisyonunda ortaya çıkan, vertigo ve gözde sıçrayıcı hareketlerle karakterize iyi huylu bir hastalık olarak nitelendiriliyor. Saniyeler içinde gelip geçiyor, başın aynı pozisyona getirilmesiyle tekrar başlıyor.

Diğer nedenler: Beyin sapı- beyincik birleşme bölgesinden denge siniri geçiyor. Bu bölge tümörlerinde vertigo, kulak çınlaması, giderek artan işitme kaybı olabiliyor. Beyin sapı ve beyincik damar tıkanma ve kanama durumlarında da baş dönmesi gelişebiliyor. Ancak bu durumlarda birçok bölge fonksiyonunu kaybettiği için kafa sinirlerinin çoğunda tutulum, bir taraf kol-bacakta felç gibi nörolojik bozukluklar görülebiliyor.

Multiple Skleroz hastalığında beyin sapı ve beyincik, göz tutulumları olabiliyor ve vertigo, dengesizlik gibi şikayetler yapabiliyor. Oturma kalkma sırasında gelişen tansiyon düşüklüğü, çeşitli kalp hastalıkları, ağır kansızlıklar ve metabolik bozukluklar vertigo yapabiliyor uzmanlara göre. Boyun kemiklerinde bozulmalar ve kireçlenmeler bu kemiklerin içinden geçen ve beyin sapı ile beyinciği besleyen damarları sıkıştırarak vertigo yapabiliyor. Uzmanlara göre, bazı psikiyatrik rahatsızlıklarda da tekrarlayan vertigo şikayeti olabiliyor.

Yaşlı ve birçok hastalığı olan (özellikle diabet gibi) kişilerde sürekli yalancı vertigo ve dengesizlik şikayetleri ortaya çıkabiliyor.

Tanı nasıl konuyor?
Vertigo tanısı konulması için bir dizi tetkik gerekiyor. Hastanın vertigosunun gerçek olup olmadığının anlaşılabilmesi için ayrıntılı sorularla öykü alınıyor. Ardından dikkatli bir nörolojik muayene yapılması gerikiyor. Beyin görüntülemesi istenecekse beyin magnetik rezonanslı(MR) görüntüleme tercih ediliyor.
Çünkü MR beyin sapı ve beyin sapı-beyincik birleşim yerini, iç kulak yapılarıyla ilgili iltihabi durumları daha ayrıntılı gösteren bir tetkik. Gereken durumlarda kulak-burun-boğaz(KBB) muayenesi ve odiyometrik(işitme ilgili) testler yapılıyor. Rutin kan tetkiklerine bakılıyor. Başka bir çok hastalıkla ilişkili olduğu yönünde şüphelenilen hastalarda ileri incelemelere başvuruluyor.

Nasıl tedavi ediliyor?
Vertigo beyin damar hastalığı, MS, beyin tümörü, boyun kemiklerinde kireçlenme gibi hastalıklarla ilişkili ise bu hastalıklara yönelik özel tedaviler uygulanıyor.

İç kulakla ilgili vertigolarda genelde tedavi hastanın şikayetlerini hafifletmeye yönelik uygulanıyor. Kulak Burun Boğaz tarafından uygulanan bazı özel baş manevraları da tedavide kullanılıyor. Sık tekrarlayan vertigo atakları olan hastalar için çeşitli tedavilerle atak önleyici tedaviler oluşturulmaya çalışılıyor.

Zevkli seks için 9 öneri

Seksologlara göre zevkli bir seksin yolu vücudunuzla barışık olmaktan ve fantezilerinizi geliştirebilmekten geçiyor.

20-40 yaşları arası seksin en yoğun yaşandığı, kadın ve erkeğin en aktif olduğu yaşlardır. Ancak bu yaş aralığının dışında da arzulanma arzusunu, vücuduyla barışık olma arzusunu, orgazm tecrübesini, fantezilerini iyi değerlendiren her birey hayatı boyunca cinsel yaşamını devam ettirebilir.

Yaş ilerledikçe veya uzun birlikteliklerde cinsel istekte azalma, erkeklerde ereksiyon ve boşalma problemleri, kadınlarda lubrikasyon-kuruma- problemleri meydana gelebilir. Bu gibi faktörler cinselliği de mecburiyettenmişcesine tek düze ve rutin hale getirebilir. Bu rutin yaşam; çiftlerin birbirleriyle yakınlaşmaları, arzularını muhafaza edebilmeleri, vücutlarıyla barışık olmaları, fantezilerini geliştirebilmeleri, cinsel tercihlerini gözden geçirmeleri gibi hususlarla önlenebilir.

Cinsel IQ, kişinin tercihlerini, duygularını, seks sırasındaki kokusu ve çıkarttığı sesler ile vücudunu, cinsel aktivitedeki limitlerini, yasak olan ve olmayan noktaları ve yaşamak istediği değişiklikleri muhakeme etmesi ve tüm bu faktörlerle kendini kabullenmesidir. Bu nedenle iyi bir cinsel yaşamdaki önemi ölçülemez.

İşte hatırlamanız gereken önemli noktalar:

1: Seksin vücut görüntüsü ile hiçbir alakası yoktur. Mükemmel olmayan vücutlar da seksten zevk alır, partnerine zevk verir. Burada tarafların karşılıklı olarak dürüst ve saygılı olmaları, cinselliği bu şekilde yaşamaları önemlidir. Tatmin edici seksi oluşturan pozitif faktörler seks sırasında cinsel istek, tarafların müsaade yeteneği, haklarını değerlendirme yeteneği ,cinsellikle ilgili doğru bilgilere sahip olmaları, yeterli heyecanı hissetmeleri ve beyinsel konsantrasyon ile karşılıklı tensel kokunun birbirine çekici gelmesi olarak özetlenebilir.

2: Eğlenmek de seksin bir parçasıdır. Kişilerin dilediğince özgür olması, fanteziler kurması, dürüstlük ve saygı çerçevesinde zevk aldığı şeyleri partnerine sunması, cinselliği ayrıcalıklı bir armağan olarak algılaması ve herkesin zevk almaya hakkı olduğunu kabullenmesi ile cinsel hayatları renklenecektir.

3: Sekste sıklık önemli değildir. Evli bir çiftin seks yapma aralıkları tamamen kişilere göre değişen bir durumdur. Hiçbir çift seks yapma aralığı az diyerek aşağılanmamalıdır. Ancak sürekli birlikteliklerde veya evliliklerde periyodik bir yaklaşımı öneriyoruz. Özellikle karşılıklı sıcaklığı muhafaza etmek açısından periyodik aralıkları önemli buluyoruz. Periyodik belirli aralıklarla tatmin edici birleşmeler, aynı zamanda cinsel fonksiyonun devamı açısından da önemlidir.

4: Sekste çekincelere yer yoktur. Seksin korkutucu çekince içinde değil, samimi ve açık olarak konuşulması mutlu bir cinsel yaşam için bir gerekliliktir. Çiftler birbirine hoşlandığı şeyleri söyleyebilmeli, kendini seks sırasında iyi ve rahat hissetmeli, seksin bir performans gösterisi veya ‘normal’ olması gerektiğini düşünmemelidir. Bu da ancak karşılıklı konuşarak mümkün olur.

5: Çocuklu ailelerde seks bitmez. Unutulmamalıdır ki, çocuk sahibi olmak cinsellik açısından önemli bir faktör değildir. Çiftler günlük yaşamlarına göre cinselliğe ayıracakları zamanı seçmeli ve bu zaman zarfında özellikle birbirlerine konsantre olmalıdır.

6: Sertleşme Sorunu “Tümüyle kafanızda yarattığınız bir sorun” değildir. Son 25 yılda sertleşme sorunlarının tıbbi bir durumdan kaynaklandığı açıklığa kavuşmuştur. Sertleşme sorununun çoğunlukla psikolojik bir yönü olsa da (depresyon, endişe ve stresin rolü olabilir), hemen her zaman fiziksel bir nedeni vardır.

7: Sertleşme sorunu yalnızca yaşlı erkeklerde görülmez. Bu durum 40 yaşın üzerindeki erkeklerde daha sık görülmekle birlikte, her yaştaki erkekte meydana gelebilir. Yapılan yeni bir çalışma, 40 ile 70 yaşları arasındaki erkeklerin yaklaşık yarısının zaman zaman sertleşme sağlama ve/veya sürdürmede sorun yaşadığını ortaya koymuştur. Sertleşme sorunlarının oranı yaşla birlikte artsa da, tek başına yaşlanma, sertleşme sorununun bir nedeni olarak görülmemektedir. Sertleşme sorunlarının yaşlı erkeklerde daha sık görülmesinin nedeni, yüksek kan basıncı gibi yaşa bağlı hastalıklardır.

8: Cinsel ilişki için çok yaşlı değilsiniz.Tüm yaşlardaki çiftler cinsel ilişkiyle ilgilidir. Cinsel yaşam sağlıklı bir ilişkinin önemli bir parçasıdır. Gerçekten de, yapılan birçok araştırmada aktif cinsel yaşamın yaşlanmanın çok doğal bir parçası olduğu gösterilmiştir.

9: Çift karşılıklı çekiciliğini yitirmiş olsa bile tekrar elde edebilir. Önemli olan bunu hangi noktada kaybettikleri konusudur. Çiftler birbirlerine karşı çekiciliklerini şu noktalarda yitirirler: Seks sırasında yetersiz olmaktan, anormal olmaktan çekinirlerse, seksle ilgili noktaları partnerleriyle konuşamazlarsa, seks hakkında hissettiklerini sözcüklerle ifade edemezlerse. Seks sırasında veya sonrasında partnerini yakın hissetmekle, birbirine dokunarak heyecanlanmayı beklemekle, fantezi ve arzularla ilgili suçluluk duymamakla ve erkek-kadın vücudunun nasıl çalıştığını karakterlerini değerlendirmekle tensel uyum ve karşılıklı çekicilik tekrar elde edilebilir.

KAYNAK:ntvmsnbc - www.realage.com.tr

Karpuz Viagra etkisi yapıyor


Teksaslı bilim adamları karpuzun içeriğinde bulunan ‘citrulline’ adlı maddenin kan damarlarını rahatlatıcı etki yaptığını, bunun bir erkeğin Viagra aldığında yaptığı etkiye benzediğini açıkladılar.

TEKSAS - Karpuz, çok miktarda tüketildiğinde, içinde ve kabuğunda bulunan citrulline vücuttaki enzimlerle reaksiyona giriyor ve ‘arginine’ adlı bir amino aside dönüşüyor. Bu da, kalbe, dolaşıma ve bağışıklık sistemine iyi geliyor.

AYNI ETKİYİ BEKLEMEK YANILTICI OLABİLİR
Dr. Bhimu Patil, karpuzun Viagra gibi tek bir organ odaklı olmadığını, ancak buna karşın hiçbir yan etkisinin bulunmadığını belirtti.

North Carolina State University’den Todd Wehner da Viagra kullananların karpuzdan aynı etkiyi beklememelerini söyledi. Wehner, karpuzun önemli bir etkisinin olabileceğini ancak tıbbi bir tedavinin yerini tutmayacağını kaydetti.

ÖZELLİKLE KABUKTA
‘Citrulline’ maddesinin yüzde 60’ının karpuzun kabuğunda bulunduğunu belirten Patil, karpuzun ancak çok fazla tüketildiğinde bu etkiyi yapacağını dolayısıyla karpuz tüketirken alınan şekeri azaltmak için çalışmalar yapacağını söyledi.

CEVİZİ DE UNUTMAYIN
Araştırmacılar, ‘citrulline’ maddesinin, karpuz dışında salatalık ve kavunda az miktarlarda, ceviz tohumunda ise yüksek miktarda bulunduğunu kaydetti.

Klima ile serinleyenler lejyonere dikkat


Klima kullanımıyla birlikte su damlacıklarıyla havaya karışarak insanlara bulaşan bakteriler, ölümlere sebep olabilen lejyoner hastalığına neden olabiliyor.

Kapalı ortamların ısısını ve nem oranını istenilen seviyelere getirebilen klimaların, solunan havayı ve solunum yollarını doğrudan etkiliyor. Yüksek ateş ve öksürük yakınması olan hastaların, son günlerde klimalı ortamlarda bulunmuşlarsa lejyoner hastalığı açısından değerlendirilmeleri gerekiyor.”


Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Karadağ, yaptığı yazılı açıklamada, lejyoner hastalığına neden olan “Legionella pneumophila” bakterisinin durgun sularda ürediğini, suyun havaya saçılması sırasında solunum yoluyla, akciğerlere girerek enfeksiyonlarına neden olduğunu belirtti.

Klima içerisinde oluşan nemli ortamın “Legionella pneumophila” gibi hastalık etkenlerinin yaşaması ve çoğalması için çok uygun ortamlar olduğuna değinen Karadağ, bu etkenlerin su damlacıkları ile havaya karışarak insanlara bulaştığını vurguladı.

Karadağ, otel, iş merkezi, gökdelen gibi büyük binaların havalandırma sistemlerinin su bölmeleri, havuzlar, su depoları gibi ortamlarda çoğalan bakterilerin, o binada bulunan pek çok insanda hastalığa yol açabileceğine dikkati çekti.

LEJYONERİN BELİRTİLERİ
Her klimalı ortamda bu bakterilerin bulunmadığını, bakterilerin olduğu ortamda yaşayan ve bu havayı soluyan herkesin de hastalanmayacağını ifade eden Karadağ, hastalık etkenine maruz kalan insanlarda 2 -10 gün arasında ateş, halsizlik, kas ağrıları, iştahsızlık, baş ağrısı gibi belirtilerin ortaya çıktığını, ancak çoğunlukla ilk dikkati çeken belirtinin öksürük olduğunu kaydetti.

Başlangıçta kuru ve hafif olan öksürüğün kanlı balgama ve nefes almakta güçlüğe neden olabileceğine, hastaların yüzde 20’sinde ateşin 40.5 derecenin üzerinde olduğuna işaret eden Karadağ, “Yüksek ateş ve öksürük yakınması olan hastalar, son günlerde klimalı ortamlarda bulunmuşlarsa lejyoner hastalığı açısından değerlendirilmeleri gerekiyor”’ dedi.

Karadağ, hastalığın en çok bebekleri, yaşlıları, erkekleri, sigara tiryakilerini, alkolikleri, kalp-damar, kronik bronşit, diyabet ve böbrek hastalarını, bağışıklık sistemi baskılanmış kişileri ve kortizon kullananları etkilediğini dile getirdi.

DOĞRU İLACIN SEÇİLMESİ VE ERKEN TEDAVİ ÖNEMLİ
Hastalığın tedavisinde doğru ilacın seçilmesi ve erken dönemde tedaviye başlanmasının yan etkileri önlediğine, ancak tedavi süresinin hastanın tüm şikayetleri ortadan kalksa bile üç haftadan az olmaması gerektiğine dikkati çeken Karadağ, bu ciddi ve ölümcül hastalığın önlenebilmesi için bakterilerin bulunabileceği ortamların saptanması ve uygun şekilde dezenfekte edilmesinin çok önemli olduğunu belirtti.

Prof. Dr. Karadağ, alınacak önlemleri şöyle sıraladı:

Klimalar, havalandırma sistemleri, su depoları, kapalı alanlardaki havuzlar, duş başlıkları ile bazı tıbbi aletler bulaşıcılık açısından dikkatle kontrol edilmeli,

Enfeksiyon şüphesi oluştuğunda bakım ve dezenfeksiyon için hiç beklemeden, su 70 derecenin üzerinde ısıtılmalı

Musluklar, duş başlıkları, basınçlı sıcak su ile 30 dakika süreyle yıkanmalı,

Metalik iyonizasyon yöntemiyle de dezenfeksiyon yapılabilir. Klorla yapılan dezenfeksiyondan daha etkili bulunan bu yöntemde özel elektrotlar tarafından havuz Kilmasuyuna bakır, gümüş ve çinko iyonları aktarılır. Belirli düzeylere geldiğinde bu iyonlar dezenfeksiyonu sağlamaktadır.”

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Hamile kadına ‘mevsimlik’ öneriler


Sıcak hava anne adayları için risk. Peki nasıl korunmalı ?

Hacettepe Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tarık Aksu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, hamilelerin, sıcak havanın etkisiyle bazı sağlık sorunları ile karşılaşabileceklerini ifade ederek, giyim, spor ve beslenmeye yönelik önlemlerle, sıcak havanın olumsuz etkisinin azaltılabileceğini söyledi.

Mevsim normallerinin üzerinde seyreden hava sıcaklıklarının yorgunluk, yüksek tansiyon, sırt ağrısı, varis, ayaklarda ödem ve ciltte güneş lekeleri gibi birçok sağlık problemine yol açabildiğini belirten Aksu, özellikle hamilelerin bundan çok etkilendiğini ifade etti. Aksu, “Sıcak havanın etkisiyle vücudun susuz kalması, rahimde kasılmalara, kasılmalar doğum sancılarına ve erken doğuma neden olabilir” uyarısında bulundu.

Aksu, gebelerin, enfeksiyonlara karşı direncinin diğer bireylere göre daha düşük olduğunu vurgulayarak, mantar, idrar yolu ve vajina enfeksiyonların da erken doğuma neden olabilecek sorunlar yaratabileceğine dikkati çekti. Sıcak havanın etkisiyle aşırı terleme, kızarıklık ve kaşıntının çeşitli mantar rahatsızlıklarına yol açabileceğini anlatan Aksu, gün içinde sık sık ılık duş alınmasının faydalı olacağını kaydetti.

“GÜNDE 8-10 BARDAK SU İÇİLMELİ”
Aksu, sıcak havalarda, her zamankinden daha fazla sıvı alınması, günde 8-10 bardak su içilmesi ve bunun yanı sıra taze meyve suları ile limonata gibi içeceklerin tüketilmesi gerektiğini belirterek, çay, kahve, kola gibi kafein içeren içeceklerden uzak durulmasını önerdi.

Hamilelerin, vücudun su ihtiyacını artıracağı ve tansiyonun yükselmesine neden olabileceği için tuzlu gıdalardan uzak durması, baharatlı yiyeceklerden ve az pişmiş etlerden kaçınmaları gerektiğini anlatan Aksu, “Kızartma türü yiyecekler tüketilmemeli, mümkün olduğunca haşlama yiyecekler yenmeli, bol sebze ve meyve tüketilmeli, karbonhidrat ağırlıklı besinlerden uzak durulmalı, sık sık ve az miktarlarda beslenilmeli” diye konuştu.

AÇIK RENK KIYAFETLER
Gebelerin güneşin zararlı etkilerinden korunmak için öğle saatlerinde kesinlikle dışarı çıkmamaları gerektiğini vurgulayan Aksu, çıkılmas halinde ise geniş şapka takılması ve vücudun açıkta kalan yerlerine yüksek faktörlü koruyucu krem sürülmesini tavsiye etti.

Hamilelerin, ter emilimini sağlayan açık renk, pamuklu, keten ve geniş kıyafetler giymesinin uygun olacağını belirten Aksu, sıcak havanın etkisiyle ayakların şişmemesi, nefes alabilmesi ve vücut dengesinin sağlanması için de ortopedik ve rahat ayakkabıların tercih edilmesi gerektiğini söyledi.

Aksu, hava sıcaklığının olumsuz etkilerinden korunmak için hamilelere şu önerilerde bulundu: “Sıcaklığın en fazla olduğu 11.00-16.00 saatleri arasında dışarı çıkılmamalı, sabah ya da güneşin etkisini kaybettiği saatlerde kısa
süreli güneşlenmeler yapılmalı.

Güneşlik altında dahi olsa sıcakta uzun süre kalınmamalı. Dışarı çıkarken geniş kenarlı şapka ve güneş gözlüğü takılmalı, yüksek faktörlü güneş koruyucu ürün kullanılmalı.

Ani tansiyon düşmeleri, aşırı terleme ve su kaybı, bayılmaya yol açabileceği için, vücuttaki su ve mineral kaybını önlemek amacıyla bol su ile birlikte az şekerli limonata, meyve ve maden suyu tüketilmeli, bacaklardaki ödemi gidermek için uzun süre ayakta durulmamalı ve aynı pozisyonda oturmaktan kaçınılmalı, Varis problemi olan hamileler, özel varis çorapları kullanmalı, Ağır ve fazla miktarda yemek yememeye özen gösterilmeli. Sebze, meyve
ağırlıklı beslenmeye dikkat edilmeli, Aşırı sıcağın etkisiyle besin zehirlenmeleri ile karşılaşılmaması için açık yerlerde satılan gıdalar tüketilmemeli,

Kan dolaşımının rahat sağlanabilmesi ve ödemin oluşmaması için uzun uçak yolculuğu yapılmamalı. Özel araçla yapılacak yolculuklarda ise 2 saatte bir mola verilerek 10 dakika kadar yürünmeli.”

“YÜZMEK, DOĞUMU KOLAYLAŞTIRIYOR”
Yüzmenin, karın kaslarını sıkıştırdığı için doğumu kolaylaştırdığını belirten Aksu, özel bir durum söz konusu olmadığı sürece anne adaylarına
bol bol yüzmelerini önerdi.

Aksu, hamilelerin çok sıkı olmayan bir mayo ile serbest ve sırt üstü stillerde yüzmesinin hem anneyi hem bebeği rahatlatacağını ve karın
kaslarını sıkılaştıracağını, koruyucu kremlerin de bebeğe zarar vermediğini ifade etti.

Kaynak: http://www.haberturk.com

Hayatımızla Rus ruleti oynuyoruz

Su hakkında bilmediğiniz gerçekler… Yediğiniz meyveden, duş aldığınız suya kadar herşey zehirli olabilir…

Dünyada milyonlarca kadın, gününün yaklaşık 4 saatini su taşıyarak geçiriyor. 1 litre atık su 8 litre tatlı suyu kirletiyor. Kirli sular yüzünden yılda 250 milyon kişi hastalıklara yakalanıyor ve 1 milyon 800 bini çocuk olmak üzere 5 milyon insan ölüyor. 50 yaşın altındaki ve bebek ölümlerinde inanılmaz bir artış var… Bunların hepsi neye mi bağlı? Tabii ki atık suya…

Düzgün arıtılmayan su belki hemen öldürmüyor ama tıpkı bir sigara gibi acısı belki 10 yıl belki de 20 yıl sonra bedenimizden çıkıyor…

Günümüz dünyasında ekonomi hızla ilerliyor. Avrupa Birliği ile entegrasyon hızlanıyor. Sürekli bir yasa değişimi var. Doğa ve çevrenin korunması güçlü cezai yaptırımlarla destekleniyor. Özensiz kurum ve kuruluşlar olduğu kadar insanların da yaşama şansı azalıyor. Siz kendinizi ve kurumunuzu yeteri kadar koruyor musunuz?

HABERTURK.COM muhabiri Begüm Çelikkol, atık su ve zararlarını araştırdı.

PlanetTek Çevre Teknolojileri Yönetim Kurulu Başkanı Necdet Aydoğan:
Suyun sadece içmek anlamı dışında da ekonomik olarak önemli olduğunu söyleyen Aydoğan, “Türkiye’de bazı yerlerde kız çocukları okula gönderilmiyor, su yok. Birilerinin su taşıması lazım. Su sadece kokusu yok, içelim değil. Su olmadığı zaman ülke olarak yoksulsunuz anlamına geliyor” diyor..

Bir de çoğu insan Türkiye’nin 3 yanı denizlerle çevrili diye bakıyor, su bol ya harcayalım gitsin mantığı şeklinde yürüyor bu işler sanırım…

Sudan ucuz deyimini kullanıyoruz. İleride her şey sudan ucuz olacak, su çok pahalı olacak. O kadar değerli hale geliyor. Her iş ticari yapılır ama doktorluk, öğretmenlik ya da suyla alakalı konularla ticaret olmamalı. Arıtıyorum deyip de arıtmıyorsanız yalan söylüyorsunuz demektir.

Atık su arıtılmadığında insan vücuduna ne gibi olumsuz etkileri vardır ?
Öldürür ama hemen değil. Yavaş yavaş. Aldığınız ağır metaller asla sizden çıkmayacaktır ve bir süre sonra sizi öldürecektir. Ama 10 yıl sonra ama 20 yıl sonra muhakkak ölüm sizi bulabilir.

“SİNGAPUR ARITILMIŞ LAĞIM SUYU İÇİYOR”
Atık suyu arıtma mantığını biraz anlatabilir misiniz ? Zor bir şey olsa gerek…
Atık su arıtmada atık suyun içerisinde bol miktarda bakteri var. Bu bakteriler bizim midemizden geliyor. Bu bakteriler fosseptikte toplanıyor. O bakteriler kısa bir süre sonra siz oksijen veriyorsunuz. Oksijen verdiğiniz bakteriler canlanıyorlar. Ve birbirlerini yemeye başlıyorlar. Bu sistemle su arıtılmış oluyor. Bu suyu da rahatlıkla otellerde, bahçe sulamada, tarla sulamada kullanabiliyorsunuz. Bunu içme suyu da yapabilirsiniz. Ama pahalı bir sistemle. Singapur’da şişe içinde arıtılmış lağım suyu içiliyor. İnşallah o noktaya gelmeyiz.

HER YIL 3-5 MİLYON İNSAN SUDAN ÖLÜYOR
Atık su arıtılmazsa her yıl 2 milyon insan ölebilir deniyor ama…

Temiz su kaynağı olmadığı için şu anda 3-5 milyon insan her yıl ölüyor. O
rakam bile iyimser.

Türkiye ne durumda peki ?
50 yaşın altında ölümlerde bir numaradyız. Bizi neyin zehirlediğini bilmeden ölüyoruz. Atık suların etkisinin çok kötü olduğunu biliyoruz. Atık suyun yüzde 80′i arıtılmıyor bizim ülkemizde. Avrupa’da yüzde 90′ı arıtılır. Durum böyle. Ülkemizde son zamanlarda bebek ölümlerinde inanılmaz bir artış var. Sebebi de ishal. İshalin sebebi ise su. Su kaybı oldukça bebeğe su veriyorsunuz. Kaynatılmadan içilen sular öldürüyor. 50 yaşın altındaki ölümlere ve kanser vakalarına baktığımızda dönüp dolaşıp su mevzusuna geliyoruz. Çevre kirliliği, atık su kullanımı kanser yapıyor. 250 organize sanayi bölgesinde sadece 37’sinde arıtma tesisinde var. Akan su berbat. Bu suyu içen hayvanlar telef oldu diyorlar. Keşke hep telef olsa yoksa bu hayvanlar sofranıza köfte olarak da gelebilir. Meyveler, sebzeler atık suyla yıkanabiliyor. Ya da atık sudaki zehir bitkinin DNA’sına da giriyor. Ama bunları yediğiniz takdirde birden değil
ama yavaş yavaş ölebilirsiniz. Ben de bunu yeni öğrendim.

Atık suyu arıtma olayı ne zaman geldi ülkemize ?
AB’den önce de vardı. Ama gerek görülmüyordu. Bizim ülkemizde kanalizasyon sistemi bile adamakıllı yoktu. Atık suyun arıtılmaması hala çok da önemli değil insanlar arasında. Bu su kokmuyor, kirli değildir mantığı var hala

AB için yapılıyor diyorlar..

Aslında bir anlamda öyle. Çünkü bizde bu bilinç yok. İnsanlar AB için yapılıyor diyorlar. Fabrikaların, otellerin muhakkak arıtma yapması gerekiyor. Turizm firmaları bu konuda çok hassas. Bizim müşterilerimiz buraya geliyor deyip araştırıyorlar.

İYİ Kİ KÜRESEL ISINMA VAR
Türkiye’de ne kadar uygulanıyor artıma ?
Turistlik tesislerde arıtma tesisi var. Ama arıtma tesisi olup da arıtmayanlar var. İş burada otoritelere düşüyor. Benim iyimser tahminim yüzde 80′i sağlıklı arıtma yapmıyor. Yüzde 95′lere de çıkacaktır. Allah’tan küresel ısınma var. Bu sayede suyun değeri anlaşılıyor ve o suyu firmalar arıtmak zorunda kalıyor. Eskiden yeraltından alıyorlardı o da tükeniyor, tuzlu çıkabiliyor.

BİLDİĞİNİZ MARKALAR HARİCİNDE SU İÇMEYİN, MAHALLE ARASINDAKİ SU DÜKKANLARINDAN SU ALMAYIN
İçme suyuna dönecek olursak…

Bildiğimiz markalardan su içmek çok sağlıklı. Suyun üzerinde bazı değerler var. Dikkat edilmesi gereken iyi bilinen markalardan içilmesi. Mahalle arasındaki suculardan alınan suyu kesinliikle içmeyin. Tıpkı sokaktaki satılan süt gibi zararlıdır. Su şişelenirken kalitesi çok önemli. Bunu pis bir ortamda yapamazsınız.

Ankara’daki arsenikli su hakkında ne diyorsunuz ?
Çok önemli. İlle de içmenize gerek yok. Dişinizi fırçalıyorsunuz, yüzünüzü yıkıyorsunuz, banyo yapıyorsunuz. O suyu solumak bile çok ciddi tehlike. Kızılırmak suyunda arsenik tehlikeli seviyelerde. Dünya Sağlık Örgütü’nün verdiği değerlerin üzerine çıktığınız zaman ölüm tehlikesiyle bile karşı karşıya kalırsınız.

İNSAN SAĞLIĞIYLA KUMAR OYNANIYOR
İnsan sağlığıyla bir kumar oynanıyor diye düşünüyorum. Analiz sonuçlarının düzenli olarak yapılması gerekiyor. O suyun hassasiyetle düzenli olarak ölçülmesi, sonuçlarının da sürekli olarak ASKİ’nin sayfasında yayınlanması gerekir. Bu insan sağlığı çünkü.

Meyve ve sebzeler konusunda ne anlatabilirsiniz? Sonuçta onlar da sulanıyor, eve aldığımızda yıkanıyor…

Sebzelerin birçoğu, lağım suları ve fabrika sularıyla yıkanan sebze. O zaman size geçmiş olsun. Ya hemen alıp yıkayacaksınız ya da pazar tezgahına konulduğu anda satın alacaksınız. Bütün gün tezgahta duran meyve sebzeler çok zararlı.

DENİZ YERİNE ÇÖPLÜĞE GİRİYORSUNUZ
Yazın denize girenler dikkat etsin. Kolibasili yok ama Karadeniz’de bu olmayabilir. Ama balıklar ölüyor, kimyasal atık var. Ukrayna, Romanya ve Rusya’nın atıkları Karadeniz’de. Deniz yerine çöplüğe giriyorsunuz. Denizden yuttuğunuz bir yudum su bile size çok zarar verir. Mesela midye tava. Kesinlikle yasaklanmalı. Direkt sudaki ağır metalleri topluyor biz de onu yiyoruz.

ATIK SUYUN ZARARINDAN KURTULMAK İÇİN NELER YAPILMALI ?
Evde bu zarardan kurtulmak için neler yapılabilir ?
Suyu tekrar kullanmak olabilir. Duş alırken kovayı doldurursunuz, üzerine yeni su gelir. O suyu tuvalete dökerek kullanabilirsiniz. Asla lavobolara yağ, tiner çamaşır suyu, aseton gibi ürünleri dökmeyin. Tuvaletlerde kullanılan koku veren kimsayasallar doğaya gidiyor ve doğadan size geri dönüyor. Ne yaparsanız bumerang etkisiyle kendinize yapıyorsunuz. Minimuma indirmek için çabalamalıyız.

Meyve ve sebzeleri ise durağan ama akan suda yıkadıktan sonra sirkeli suda bekletmek gerekir. Ama atık sularla sulanmışsa geçmiş olsun. Yapılması gereken ‘arıtma tesisi yaptım ama komşularınki çalışıyor mu?’ diye düşünmemek lazım. Arseniği, magnezyumu fazla olan suları arıtsanız da olmaz. Etkisi tıpkı sigara gibi daha sonra ortaya çıkacak.

ATIK SU KANSER RİSKİNİ ARTIRIYOR
Anadolu Sağlık Merkezi’nden Mikrobiyoloji Uzmanı Prof.Dr. Salih Türkoğlu:
Bebek ve 50 yaşındaki ölümlerin sebebi atık su kullanımına bağlanıyor. Bu görüşe siz de katılıyor musunuz ?

Bebek ölümlerinin önemli bir nedeni infeksiyon hastalıklarıdır, yani mikroplar ile oluşan hastalıklar. Mikropların önemli bir bulaşma yolu tüketilen su ve yiyeceklerdir. Dolayısıyla, atık su kullanımı, infeksiyon nedeni olabilir ve çocuklarda ve gençlerde ölümlere yol açabilir ancak tek neden de değildir. Bebek ve çocuk ölümlerinde doğum öncesi ve sonrası komplikasyonlar, yetersiz beslenme gibi nedenler de önemli ölüm nedenleri arasındadır. 50 yaş altındaki insanlarda kazalar, kanser gibi nedenler de önemli nedenler arasındadır. Sonuçta, yaş gruplarına göre, dünyanın çeşitli ülkelerinde, çeşitli coğrafyalarında ölüm nedenleri farklılıklar gösterir, ama, daha önemlisi, bu veriler uzun yılların birikimi ve önemli istatistik verilerin bir araya getirilip yorumlanması sonucu oluşur ve politikalar oluşturmakta bizleri yönlendirirler.

Atık suyla yıkanan meyve ve sebzelerin ileriki yaşlarda kansere sebep olduğu söyleniyor. Bu konu hakkında neler anlatabilirsiniz?

Akciğer, karaciğer, mesane gibi kanserlerin genetik faktörlerin yanı sıra çevresel faktörlerden de kaynaklandığı bilinmektedir. Meyve ve sebzelerin yıkanmasında arsenik, kadmiyum gibi kanserojen elementler açısından zengin suların kullanımı kanser oluşumu riskini arttırabilir.

Deniz mevsimi geldi. Fakat özellikle de Marmara Denizi ile Karadeniz’de suya girilmemesi yönündeki uyarıları her gün bir yerlerde okuyoruz. Bu sular, vücuda ne gibi olumsuz etkiler getirir?

Ülkemizde atık suların büyük bir kısmının arıtma tesislerinden geçirilmeden doğrudan denizlere ya da akarsulara atıldığı bilgisi gelmektedir bize. Sanayileşme ve şehirleşmenin çok yoğun olduğu Marmara Denizi ve Karadeniz’in belli kıyılarında deniz kirliğinin ciddi boyutlarda olduğu bilinmektedir. İnsanlar deniz kirliliğinden iki yolla etkilenebilirler. Birincisi doğrudan derinin, akciğerlerin veya bağırsakların denize girmekle denizi kirleten maddelerle temasa etmesi, ikincisi de kirli denizlerden toplanan balık veya bitkilerin tüketimidir. Bu indirekt temastır. İnsan sağlığını etkileyen üç çeşit “kontaminan” vardır: Birincisi arsenik, kadmiyum, civa gibi metaller, ikincisi polisiklik aromatik hidrokarbonlar gibi yarı sentetik, organik veya tam sentetik kimyasallar, üçüncüsü de virüsler, bakteriler, mantarlar ve parazitler gibi patojen mikroorganizmalardır. Metaller gastrointestinal kanama gibi akut ve kemik, sinir hasarı gibi kronik sendromlara yol açabilirler. Organik kimyasallarla temas kansere yol açabilir. Patojen mikroorganizmalarla temas da gastroenterit gibi infeksiyöz tabloların oluşumuna yol açar. Yukarıda saydığımız hastalık tablolarının, indirekt etkilenme olarak adlandırabileceğimiz, deniz ürünlerinin tüketimiyle daha fazla ilişkili olduğunu da belirtmemiz gerekir; denize girmek de bu rahatsızlıklara yol açabilir ama indirekt etkilenme daha önemli görünmektedir.

Meyve ve sebzelerimizi yıkarken, musluktaki su haricinde atık sudan arındırmak için ne gibi pratik yöntemler uygulanabilir? Mesela sirkeli suda beklettikten sonra durağan suda yıkayın diyorlar.

Meyve ve sebzeleri uygun bir şekilde yıkamak için öncelikle ellerimizi su ve sabunla yıkamalıyız. Meyve ve sebzeler saklanmadan önce değil, tüketilmeden önce yıkanmalıdır. Havuç, patates gibi sebzelerin üzerlerini iyi temizleyebilmek için dış yüzeyleri uygun şekilde fırçalanabilir. Marul gibi sebzelerin dış yaprakları atılmalıdır. Sabun veya deterjan meyve ve sebzeleri yıkarken kullanılmamalıdır.

YAĞI LAVOBOYA DÖKMEYİN
Kimyager Canan Eser lavaboya dökülen bir litre bitkisel yağın 1 milyon litre suyu kirlettiğini belirtti.

Eser, lavaboya dökülen bir litre bitkisel yağın 1 milyon litre yer altı suyunu kirlettiğine dikkat çekti. Çok fazla kullanılan kızartmalık yağlarda polar maddenin arttığını ve bu polar maddenin insan vücudunda kansere yol açtığını anlatan Eser, çok kullanılmış ve polar seviyesi yüzde 25′in üzerine çıkmış yağların yemeklerde kullanımının mutojenik etkilerinin de görülerek insan DNA’sında bozulmalara ve insan fiziki yapısında değişimlere sebep olduğunu kaydetti.

HABERTURK.COM/Begüm Çelikkol

Kızlık zarı (Hymen) nedir ? nasıldır ?

Hemen hemen bütün toplumlarda değişik derecelerde sosyolojik öneme sahip olan kızlık zarının tıbbi adı Hymen (himen)’dir. Hymen aynı zamanda Yunan ve Roma mitolojisinde Baccus (Dionysus) ve Venüs’ün (Afrodit) oğlu olan ve elinde bir meşale tutan evlilik ve düğün tanrısının adıdır. Gerdek gecesi bu Tanrı’ya adandığından kızlık zarı da aynı isimle anılmaktadır. Mitolojik bireylerin yanısıra 19. yüzyılda yaşamış bir besteci olan Frederic Hymen Cowen’de talihsiz bir seçimle bu kelimeyi yaşamı boyunca isim olarak taşımıştır.

Kızlık zarının fizyolojik amacı ve görevi kadın vücudunun bugüne kadar açıklanamamış pekçok sırrından birisidir. Spesifik bir görevi yokmuş gibi görünmesine rağmen özellikle embryonik dönemde mikroorganizma ve yabancı cisimlerin vajina içine girişini önlediği düşünülmektedir. Tıbbi açıdan bakıldığında ise özellikle gelişmiş toplumlarda en sık cinsel şiddete ve istismara maruz kalan çocukların tanınmasında incelenmektedir.

İnsanoğlunun tarihsel gelişimi süresince pekçok toplum hymeni saflığın ve el eğmemişliğin yani bekaretin sembolü olarak görmüştür. Bu inanışın yansımaları hala daha özellikle bizim toplumumuz gibi gelişmekte olan toplumlarda sıklıkla yaşanmaktadır.

Günümüzde kızlık zarının anatomik ya da fizyolojik değil sosyolojik bir fonksiyonu vardır.

Anatomi
Kızlık zarı belirli bir yapıda değildir. Anatomik olarak vajinayı oluşturan ve mukoza adı verilen dokunun vajina girişini oluşturan doku kıvrımıdır. Yani kızlık zarı vajina içinde değil vajinanın hemen girişinde dudakların yaklaşık 1-1.5 santimetre içindedir ve küçük dudaklara bağlıdır.Dış genital oluşumlardan birisi olarak kabul edilir.Dışarıya bakan ön yüzü deriye, vajina içine bakan arka yüzü ise mukozaya benzer. Kız çocukların hemen hepsine bulunan hymen çok nadir olarak doğuştan hiç bulunmayabilir. Çocukluk çağında daha sert olan doku ergenlikle birlikte östrojen hormonunun salınmasına bağlı olarak değişime uğrar ve esneklik kazanır.

Kızlık zarı vajina girişini tamamen kapatmaz, ortasında adet kanının ve vajinal salgıların dışrıya akmasını sağlayan bir delik bulunur. Bu deliğin şekli ve yapısı hymen türlerinin belirlenmesinde kullanılır. Kızlık zarının şekli, kalınlığı ve elastikiyeti kişiler arasında büyük farklılıklar gösterir.

Kızlık zarının türleri

Annüler Hymen
En sık görülen hymen şeklidir. Burada kızlık zarı halka şeklinde vajna girişini kaplamaktadır. Ortasında yine halka şeklinde bir delik bulunur. Karadeniz ve arkadaşları yaptıkları araştırmada kadınların %94.7’sinde kızlık zarının annüler olduğunu göstermişlerdir. Yurtdışında yapılan çalışmlarda ise annüler kızlık zarının kadınların %60-95′inde bulunduğu saptanmıştır.
Kresentrik Hymen
Yarımay şekinde olan kızlık zarıdır. Genelde klitorise yakın kısımlarda zar daha incedir yada hiç yoktur. Arka kısımda ise daha beligindir. Görülme sıklığı %3.5 ile %20 arasında değişmektedir. Bu tür zarlar genelde ilişki sırasında yırtılmaz.
Septalı Hymen
Bu hymen türünde ortadaki deliğin ortasında bir köprü gibi görünen doku parçası vardır. Kadınların %1.5-5′inde hymen bu yapıdadır.
Kribriform Hymen
Hymenin ortasında tek değil birden fazla delik vardır. Bu görüntü dantele benzer. Görülme sıklığı %1′den daha azdır.
İmperfore hymen
Bu zar türünde vajina girişi tamamen kapalıdır ve hymenin ortasında delik yoktur. Bu zar türüne sahip kızlar hiç adet kanaması görmezler. Normal şekilde gerçekleşen kanama vücut dışına atılamaz ve hymen arkasında vajina içinde birikir. Oldukça ağrılı bir durumdur ve hymenin doktor tarafından cerrahi bir işlemle açılması gerekir.
Mikroperfore hymen
Hymen ortasındaki delik çok küçüktür. Adet kanaması olur ancak oldukça ağrılıdır. Bir kısım hastada cerrahi müdahale ile açılması gerekir.
Multipar hymen Doğum yapmış kadınlarda kızlık zarından geri kalan kısımlar karünkül olarak adlandırılır.

Şekil dışında kızlık zarları deliğin ve serbest kenarın karakteri, zarın kalınlığı ve mukavemetine göre de sınıflandırlabilir.

Doğuştan açıklığı olmayan imperfore bir hymen ve arkasında birikmiş olan kan

Kızlık zarı genelde ilk ilişki ya da yabancı bir cisim girişi ile yırtılır. İlk cinsel ilişki esnasında hymen ortasındaki delik penis çapından küçük olduğu için halka şeklindeki zar birkaç yerden yırtılır ve az miktarda kanama meydana gelir. Bu yırtıklar birkaç gün içinde nedbeleşir ve bir daha kanama olmaz. Çok nadiren ilk ilişkiyi takip eden bir kaç ilişki sırasında da kanama görülebilir. Bazen bir ilişki olmasa da kızlık zarının serbest kenarı düz olmaz ve çentikler bulunur. Kadınların yaklaşık %20’sinde bu tür çentikler bulunur.

İlk ilişkide kızlık zarı mutlaka bozulur mu?
Hayır. Kızlık zarının özgün yapısı bazı kadınlarda penis girişine müsade eder ve çok defa ilişkide bulunsa bile zarda yırtık meydana gelmez. Bu tür zarlara duhule müsait ya da ilişkiye müsait zar adı verilir. Halk arasında ise elastik zar olarak adlandırılır. Kadınların %26-41′inde zar duhüle müsaittir ve ilk ilişkide kanama olmaz.

Kızlık zarının bozulması ağrıya neden olur mu ?
Bazı kadınlarda ilk ilişki sırasında ciddi miktarda bir ağrı olabilir. Ancak genelde herhengi bir rahatsızlık olmaz. Burada erkeğin davranışı ve yaklaşımı son derece önemlidir. İlk ilişki ister istemez her kadında endişe ve korkuya neden olur. Erkeğin yavaş ve yumuşak davranışı olayın ağrısız olmasını kolaylaştırır.

Kanamanın miktarı ne kadardır ?
Kanamanın miktarı genelde çok azdır ve kısa sürede kendiliğine durur. Çok nadiren hymen arkasından bir damar açığa çıkar ve kanama durmaz. Bu gibi durumlarda cerrahi müdahale ile dikiş atılmsı gerekebilir. Bazı durumlarda ise vajina girişinde va hatta içinde yırtıklar meydana gelebilir, şiddetli ve durmayan bir kanama görülebilir. Bu gibi durumlarda cerrahi müdahale ile dikiş atılması gereklidir. Atılan bu dikiş kızlık zarını onarmaz.

Kızlık zarı bozulduğunda mutlaka kanama olur mu?
Hayır. Bazı durumlarda zarda yırtık meydana gelmesine rağmen kanama olmayabilir.

Kanama olması kızlık zarının bozulduğunu mu gösterir?
Hayır. Bazı durumlarda kızlık zarı bozulmaz ancak dış kısımlarda yırtık ya da sıyrık olabilir ve buralardan kanamalar görülebilir.

Kızlık zarı ilişki dışında başka bir yolla bozulabilir mi?
Kızlık zarı genelde vajina içine giren ve genişliği hymen ortasındaki halkadan daha büyük olan cisimler ile bozulur. Ancak bazen ata ya da bisiklete binme, bacakları çok açmayı gerektiren bale gibi aktiviteler ya da kaza ve travma sonrasında da bozulabilir ya da zedelenebilir.

Mastürbasyon kızlık zarına zarar verir mi?
Hayır. Vajina içine birşey sokmaya teşebbüs edilmediği taktirde mastürbasyon ile kızlık bozulmaz.

Kızlık zarı kendi kendine iyileşir mi?
Hayır. Bir kez zedelenen kızlık zarı daha sonra hiç ilişki olmasa bile kendi kendini onarmaz.

Kızlık zarının ne zaman bozulduğu anlaşılabilir mi?
Hayır. Eğer aradan 7-8 günden fazla zaman geçmişse anlaşılamaz.

Kızlık zarı bozulmadan hamile kalınabilir mi?
Evet. Kızlık zarı gebeliğe karşı koruma sağlamaz. Kızlık zarı sağlamken (elastik ya da dışarı boşalma) spermler içeri girebilir ve dış gebelik de dahil olmak üzere hamilelik oluşabilir.

Kızlık zarı bozulmadan muayene ya da kürtaj yapılabilir mi?
Evet. Zar yapısı uygun olan kişilerde hymen yapısına zarar vermeden spekulum incelemesi hatta kürtaj dahi yapılabilir. Öte yandan akıntı sorunu olan hemen hemen tüm bakire genç kızlarda ve kız çocuklarında vajinal kültür alınabilir.

Kızlık zarının bozulduğu nasıl anlaşılır?
Bu ancak muayene ile anlaşılır. Muayene son derece kısa ve ağrısız bir işlemdir. Doktorunuz gazlı bez ile büyük dudakları ayırarak kızlık zarını gözler. Kendi kendine kızlık muayenesi olmaz. Ayna ile hymeni görebilirsiniz ancak bunu yorumlamak deneyim gerektirir. Bazı durumlarda jinekolog bile buna karar veremeyebilir ve kolposkopik incelemeye gereksinim duyabilir. Özellikle doğal çentik bulunan hymen varlığında karar vermek güç olabilir.
Kanama öyküsü vb. ile kızlık zarının bozulup bozulmadığı anlaşılamaz.

Kızlık zarı tamir edilebilir mi?
Evet. Kızlık zarı tamir edilebilir ve bu işleme himenoplasti (hymenoplasty) ya da hymenorraphy adı verilir. Bunun için ne zaman ya da kaç defa ilişki olduğu önemli değildir. Doğum yapmış kadınlarda bile kızlık zarı tamir edilebilir. Kızlık zarının tamir edildiği ancak jinekolog ya da adli tabip tarafından anlaşılabilir. Ancak kızlık zarı tamirinde kanama olması %100 garanti edilemez. Gerçekte bozulmuş olan zarın tamamen tamir edilmesi ve eski haline getirilmesi olanaksızdır.Son derece ince yapıda olan bu doku genelde dikiş tutmaz. Ortamda bulunan fazla sayıdaki mikroorganizma nedeni ile yara yeri kolayca enfekte olabilir. Buna karşılık vajina duvarından alınan parçalar ile yeni bir hymen yapılabilir. Bu durumun hukuksal ve ahlaki boyutu tartışmalı olmakla beraber bizim toplumumuz gibi bekaret nedeni ile cinayetlerin bile yaygın olarak görüldüğü toplumlarda zaman zaman hayat kurtarıcı olabilmektedir.

Kızlık zarı tamiri ile ilgili olarak tüm dünyada tartışmalar sürmektedir. Ancak bu yapay bekaretin ne kadar gerekli olduğu konusunda fikir birliği yoktur. Özellikle batılı yazarlar bunun son derece gereksiz bir işlem olduğunu düşünürken bazıları işlemin etik açıdan estetik ameliyattan farklı olmadığı fikrindedirler. Açıkçası hymen onarımı talep eden kadınlar buna yaşadıkları toplumsal çevreye bağlı olarak sosyal statülerini, mutluluklarını hatta yaşamlarını devam ettirebilmek için gerek duyduklarını belirtmektedirler. Gerçekten de 1996 yılında Lancet dergisinde yayınlanan bir makelede kızlık zarı tamirinin Mısır’da ilk gece cinayetlerini %80 oranında azalttığı ileri sürülmektedir.

Yeniden elde edilen bekaretin bedeli çok da düşük değildir. Berkeley Tıp Dergisinde yayınlanan bir araştırmada Mısır’da kadınların bu işlem için 100-600 Amerikan doları ödedikleri, Türkiye’de ise ücretlerin 140-1500 Amerikan Doları arasında değiştiği belirtilmektedir.

Her doktor bu ameliyatı yapabilir mi?
Hayır. Pekçok jinekolog bu ameliyatı prensip olarak yapmaz. Ancak Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere dünyanın hemen her ülkesinde bu ameliyatı yapan doktor ve klinikler mevcuttur.

Ameliyat ne zaman yapılmalıdır?
Bu yapılacak olan ameliyatın türüne bağlıdır. Bazı ameliyatlar ilişkiden bağımsızken bazı tür dikişler evlenmeden 3 gün önce yapılmalıdır. İşlem genelde 30 dakika kadar süren, genel ya da lokal anestezi altında yapılabilen nispeten basit bir operasyondur.

“Lütfen! Bugün bir gülümseyiver”

‘Çünkü ölmeni istemiyorum’ Gülmek insan ömrünü uzatıyor…
Çeşitli nedenlerden dolayı yoğun stres altında yaşayanlara destek olmak amacıyla Konya’da kurulan bir dernek, insanları güldürmek, aralarındaki sevgiyi yaygınlaştırmak için çeşitli faaliyetler yürütüyor.
Konya’da 2 ay önce kurulan Muhabbet Hareket İhsan ve Temizlik Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ali Kapar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, gündelik iş hayatında çeşitli nedenlerden dolayı yoğun stres altında yaşayanların huzur ve mutluluklarını artırmak, aralarındaki muhabbeti geliştirmek amacıyla Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Saim Açıkgözoğlu ile birlikte derneği kurduklarını söyledi.

Derneğin faaliyet alanlarını, isminde yer alan muhabbet, hareket (üretmek, spor yapmak, çalışmak), ihsan (iyilik etme, iyi olma) ve temizlik kavramlarının oluşturduğunu dile getiren Kapar, ”Biz, derneğimizin isminde geçen kavramlar ve gülümseme, iyilik etme, huzur ve barış gibi yandaş değerleri toplumun gündemine getirmek bu değerlerin gelişmesini sağlamayı hedefliyoruz” dedi.

Dernek olarak ilk slogan olarak ”Gülümseme”yi seçtiklerini, bu çerçevede de faaliyetlerini sürdürdüklerini dile getiren Kapar, ”Lütfen! Bugün bir gülümseyiver”, ”Duygular da kirlenir. Gülümseyerek temizleyiniz”, ”Gülümsemek ve gülümsetmek en zahmetsiz ikramdır”, ”İyilik sizin içinizde… Lütfen gülümseyerek çıkarınız” gibi sözcüklerin bulunduğu afiş, el ilanları bastırdıklarını, bunları vatandaşlara dağıttıklarını bildirdi.

-”GÜLME İNSAN ÖMRÜNÜ UZATIYOR”-
Kapar, bugüne kadar gülümsemeyle ilgili 5 bine yakın el ilanı, 500 civarında da afiş bastırdıklarını belirterek, şöyle devam etti:
”Bunun dışında camilerdeki din görevlilerine, bazı kaymakamlık ve belediyelerde çalışan memurlara gülme konusunda 300′den fazla konferans, seminer düzenledik. İnsanlara hep gülümsemelerini, muhabbet etmelerini, ihsanda bulunmalarını, çalışmalarını ve temiz olmalarını öğütlüyoruz. Onlara gülümsemeleri için var olan nedenleri, gülümsemenin faydalarını anlatıyoruz. İnsanlara temiz, sağlıklı ve huzurlu bir yaşam için günde 20 dakika veya haftada 200 dakika ‘Gülümseme yürüyüşü’ yapmasını öneriyoruz. Yani gülümseyerek, iyilikle, mutlu bir şekilde yürüyüş yapın diyoruz.”
Kapar, gülmenin psikolojik olduğu kadar fiziksel yönden de sağlık açısından büyük faydalarının bulunduğunu belirterek, ”Gülme insan ömrünü uzatıyor” dedi.

AA

Aspirin kullanırken dikkat

Kişilerin aspirini bir dönemden fazla dişleriyle ezmeleri durumunda şiddetli bir şekilde dişlerine zarar verdiklerini biliyor muydunuz? Yapılan son araştırmalar hasar görmüş dişlerle aspirini dişlerle ezmenin arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarttı. Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız Plusdent Diş Kliniği’nden Diş Hekimi Mehmet Kazandı aspirinin ağzın hem sert hem de yumuşak dokusuna şiddetli hasar verebileceğini belirtti.

Aspirin ağzın hem sert hem de yumuşak dokusunda şiddetli bir hasara neden olur. Diş Hekimi Mehmet Kazandı aspirini suyla yutmak yerine dişleriyle ezip daha sonrada onu çiğneyen hastaların diş minelerinin yıprandığını belirtti. Aspirini bu şekilde tüketen hastaların daha çok dile yakın ön diş yüzeylerinde, alt ve üst, ön ve arka azı dişlerinde diş minesi yıpranması olduğunu da ekledi. Diş Hekimi Mehmet Kazandı son zamanlarda yapılan bir araştırmayı örnek gösteriyor: Bu araştırmada uzun bir süredir her gün Aspirin tableti çiğnemeden kaynaklanan iki tane diş minesi aşınması örneği verilmektedir. Araştırmada ele alınan iki hastada ağrılarını rahatlatmak için aspirin kullandıklarını ve hapın tamamını yutmak ya da su da erimesini beklemek yerine aspirini dişlerine koyup onu çiğnediklerini belirtmektedirler. Araştırma, hastaların bütün dişlerinin tedaviye ihtiyacı olduğunu fakat diş yüzeylerinin aspirinle daha fazla buluştuğu noktalarda daha fazla aşınma gözlemlendiğini ortaya çıkarttığını ifadelerine ekledi.

Plusdent Diş Kliniği’nden Mehmet Kazandı kişilerin diş minelerinde aşınma meydana gelmemesi için aspirin kullanırken dikkat etmeleri gerektiğini, tabletleri dişleriyle ezmek, çiğnemek yerine mutlaka bol suyla hapın tamamını yutarak tüketmeleri gerektiğini belirtiyor. Ayrıca Diş Hekimi Mehmet Kazandı aspirin çiğnemeden kaynaklanan hem sert hem de yumuşak ağız dokusu tehlikeleri hakkında hastalarına ve de diğer sağlık pratisyenlerine öğüt vermelerini ve bu konuda onları eğitmelerini gerektiğini de ekliyor.

www.plusdent.com.tr

Sigara içen kadınlar dikkat

Kadın sigara kullanıcılarının erkeklere göre daha fazla risk taşıdıkları belirlendi.

Çin’de yapılan bir araştırma, sigara içen kadınlarda, amfizem ve kronik bronşit gibi akciğer hastalıkları görülmesi riskinin erkeklere göre daha fazla olduğunu ortaya koydu.

Nanjing Tıp Üniversitesi’nden Dr. Fei Xu, akciğer hastalıklarının Çin’de ikinci sıradaki ölüm nedeni olduğunu kaydetti.

Araştırma kapsamında çeşitli akciğer hastalıkları olan 1743 kişi ile aynı sayıdaki sağlıklı insanın verileri karşılaştırmalı olarak incelendi. Araştırmada, incelenen erkeklerin yüzde 50’sinden fazlasının, kadınların ise yüzde 5,3’ünün sigara içtiği kaydedildi.

Araştırmada, az sayıda sigara içenlerdeki hastalık riskinin yüzde 40, orta dereceli içicilerde yüzde 55, ağır içicilerde ise yüzde 77 daha fazla olduğu saptandı.

Kadın sigara kullanıcılarının ise erkeklere göre yüzde 20 daha fazla risk taşıdıkları belirlendi. Bilimadamları, hastalık riskinin kadınlarda fazla olmasının nedeninin henüz bilimsel olarak ispatlanmış bir nedeni olmadığını belirttiler.

Kaynak: http://www.haberturk.com/

Kuru ve bakımsız ciltler için nemlendirici,besleyici kremler

Malzemesi: 5 gram beyaz bal mumu. 10 gram lanolin, 50 gram susam yağı, 25 gram gül suyu veya bitkisel losyon, 10 gram ispermeçet.
Yapılışı: Yağlar ve bal mumu ben-mari usulü eritilir. ılıtılan gül suyu veya bitkisel losyon ağır ağır katılır. Ateş­ten çekilen krem soğuyuncaya kadar karıştırılır.

Kırışıklıklara karşı gece kremi
Malzemesi: Dört çorba kasığı nane losyonu, yarım tatlı kaşığı boraks, üç çorba kaşığı susanı yağı, iki çorba kaşı­ğı zeytinyağı, bir çorba kaşığı badem, yarım tatlı kaşığı beyaz bal mumu.
Yapılışı: Balmumu ile süt hafif ateşte karıştırılır. Balmumu eriyince kap ateşlen alınır; kreme, yumurta sarısı eklenip İyice karıştırdıktan sonra asilbent tentürü katılır. Üç dakika süre ile karıştırılır, kavanoza ko­nulup buzdolabında saklanır. Çok yararlı olan bu gece kremi içindeki baldan dolayı biraz yapışkansa da, cilt tarafından çabuk emilir. Birkaç kez kullandıktan sonra bu yapışkanlık fark edilmez olur. Duyarlı ciltler için de kullanılır

Normal kurulukta ve karma ciltler için
Malzemesi: Dört çorba kaşığı nane losyonu, yarım tatlı kaşığı beyaz bal mumu. yarım tatlı kasığı boraks, üç çorba kaşığı susam yağı, iki çorba kaşığı zeytinyağı, bir çorba kaşığı badem yağı.
Yapılışı: Naneli losyon sıcak demlendirme yolu ile elde edilir. İki saat demlendirildikten sonra süzülür.Yağlar ve bal mumu ben-mari usulü eritildikten sonra, nane losyonu tekrar ısıtılıp karışıma eklenir.Soğuyuncaya kadar karıştırılır. Bu krem gece ve gündüz kullanılabilir.

Kuru ve normal cilt için nemlendirici gece kremi
Malzemesi: İki çorba kasığı kakao yağı, üç çorba kaşığı badem yağı, iki çorba kaşığı lanoihı. iki tatlı kaşığı gül suyu, maden suyu veya bitkisel losyon, yarım tat­il kaşığı bal, bir adet E vitamini kapsülü.
Yapılısı:İlk üç malzeme hafif ateşte ben-mari usulü eritilir.Karışım düzgün bir kıvam alınca ateşten çekilir. Gül suyu veya bitkisel losyona eritilmiş bal katılır. Kan­san soğuyunca bir adet E vitamini kapsülü eklenip karıştırılır,soğuduktan sonra kavanoza konulur.

Yağlı ciltler için nemlendirici gece kremi
Malzemesi: Üç çorba kasığı yoğun, bir yumurta sarısı, bir çor­ba kaşığı krema (veya çiğ sütün kaymağı), yarım çorba kaşığı sirke, varıra çorba kaşığı domates su­yu, bir çorba kasığı bal.
Yapılışı: Yoğurt, yumurta sarısı, krema bir kabın içinde karıştırılır. Bal ateşte ılıtılır, akıcı bir kıvam alıncaca karışıma katılır. Sirke ve domates suyu eklenir, düz­gün bir kıvama gelinceye kadar karıştırılır. Her yağlı cilt birbirine benzemeyebilir, bu nedenle krema kullanıldıktan sonra üç veya dört kez ciltte aşın kuruluk yapacak olursa, kremayı veya sütün kaymağım biraz fazlaca koymalı. Cildi gerektiği kadar kurutmuyorsa da yoğurt miktarını artırmalı.

Duyarlı cilt için
Malzemesi: 4 gram beyaz bal mumu, 20 gram badem yağı, 2 gram ispermeçet, 10 gram ıhlamur losyonu.
Yapılışı: Yağlı maddeler ve bal mumu ben-mari usulü eritilir. İhlamur losyonu katılıp karıştırılır, ateşten çektikten sonra soğuyuncaya kadar karıştırmaya devam edilir. Ihlamur losyonu yerine cilde uygun bir bitkisel losyon da konabilir.

Erken ergenlik için tehlike

Vaktinden önce gelen ergenlik çocuğun boyunun kısa kalmasının ve psikolojik rahatsızlıkların nedeni..

Doç. Dr. Ergun Çetinkaya, çocuklarda oldukça sık görülmeye başlayan erken ergenliğe, hormonlu gıdaların yanı sıra, kullanılan plastik malzemeler, oyuncaklar, rujlar ve ojeler gibi nesnelerin de sebep olduğunu bildirdi. Doç. Dr. Çetinkaya, “Bütün bunlar bir nebze de olsa endokrin sistemini ve hormonal aktivasyonu bozucu unsurlar. Ve erken ergenliğe sebep olabiliyorlar” dedi.

Çocuk Sağlığı ve Çocuk Endokrinoloji Uzmanı Doç. Dr. Ergun Çetinkaya, ANKA’ya yaptığı açıklamada, çocuklarda erken ergenliğin son dönemlerde sıkça görülmeye başladığını bildirdi. Doç. Dr. Çetinkaya, bu konuda toplumun çok fazla bilgi sahibi olmadığını ifade ederek “Çocuklarda erken ergenlik oldukça sık görülüyor. Bir kısmı gözden kaçıyor. İnsanlar bilmedikleri için doktora gelmiyorlar; hatta doktorlar bile tanı koymada zorluk çekebiliyorlar” dedi. Erken ergenliğe hormonlu gıdaların yanı sıra kullanılan malzemelerin de neden olduğunu belirten Doç. Dr. Çetinkaya, “Plastikler, oyuncaklar, rujlar, ojeler… Bütün bunlar bir nebze de olsa endokrin sistemini, hormonal aktivasyonu bozucu ve bir şekilde bizim dengemizi etkileyici olan unsurlar. Ve erken ergenliğe sebep olabiliyorlar” dedi. Çocuk Endokrinoloji Uzmanı Doç. Dr. Çetinkaya şunları söyledi:

“Erken ergenlik, kızlarda göğüs büyümesi, kıllanma ve ardından adet görme işleminin zamanından erken olması anlamına geliyor. Ki bu zaman anlamında dünyaca kabul edilen sınır 8 yaştır. 8 yaşından önce eğer bir kız çocuğunda göğüslerde büyüme, genital bölgede kıllanma varsa, bir de lekelenme tarzında da olsa bir adet kanaması söz konusuysa bunun hemen incelenmesi gerekiyor. Erkek çocuklarında da erken ergenlik yine genital bölgedeki kıllanmanın yanı sıra yumurtalık boyutlarının belli bir büyüklüğün üzerinde çıkması anlamına geliyor.”

ERKEN ERGENLİK EŞİTTİR PSİKOLOJİK ÖRSELENMELER VE KISA BOY
Doç. Dr. Ergun Çetinkaya, erken ergenliğin çocukta hem fiziksel hem de psikolojik yönden etkilerinin büyük olduğunu bildirdi. Ergenliğin erken başlaması durumunda, çocuğun boyunun kısa kalacağını ifade eden Doç. Dr. Çetinkaya, “Ergenliğe erken giren çocukların boyu önce uzun olur. Hatta bu ailenin de hoşuna gider. Halbuki kemikler hızlı büyüdüğü için, o anda uzun boylu olan çocuğun uzaması erkenden durur ve diğer arkadaşları onu gelip geçer. Yani nihai sonuçlarından biri, erken ergenliğe giren çocuğun boyunun kısa kalmasıdır” dedi.
Çocuğa bir başka etkisinin ise psikolojik olduğunu bildiren Doç. Dr. Çetinkaya, “Bir başka önemli etkisi ise psikososyal açıdan değerlendirilebilir. Çocukta psikolojik örselenmelere yol açabilir. 5-6-7 yaşında çocuğun göğüslerinin büyümesi, hele hele adet görmesi onun psiko-sosyal olarak kaldıracağı bir şey değil” diye konuştu.

AYDA BİR YAPILAN İĞNE İLE ERKEN ERGENLİK TEDAVİ EDİLİYOR
Hem fiziksel hem de psikolojik açıdan çocuğa olumsuz etkileri olan erken ergenliği tedavisi mümkün. Çocuk Sağlığı ve Endokrinoloji Uzmanı Doç. Dr. Ergun Çetinkaya, çocuklarda bulguların görüldüğü anda hemen incelenmesi gerektiğine işaret ederek, gerekirse bu erken başlayan ergenliğin durdurulması gerektiğini belirtti. Doç. Dr. Çetinkaya, “Bu etkilerden kurtarmak için ayda bir yapılan bir iğnesi var. Bu iğneyle belli bir yaşa gelene kadar, yani ergenliğin normal olması gereken yaşa kadar durduruyoruz. Sonra ergenlik tekrar başlıyor” dedi.

Kaynak: http://www.haberturk.com

Klitoris nedir ve fonksiyonu nelerdir ?


Dölyolunun,vulvanın dudaklarının birleştiği açılış kısmının üst tarafında bulunan yumru biçiminde küçük bir yapıdır.Klitoris seks ilişkilerinde zevk almakta önemli bir rölü olmakta ve karıkoca seks ilişkilerinde mühim bir yeri bulunmaktadır.Klitorisin yapısı erkeğin tenasül organına çok benzer.

Klitoris, kadınlarda vajinanın üstünde bulunan erektil cinsel organ. Erkek penisinin homoloğudur. Ancak penis gibi idrar kanalı tarafından delinmemiştir, başlıca işlevi cinsel haz alınmasıdır. Üzerinde ortalama 80.000 sinir sonlanması vardır. Bu rakam penisteki sinir sonlanmalarının iki katıdır ve tüm organlardaki sinir hücresi sonlanmasından fazladır.

Klitoris de penis gibi sertleşmektedir.Kadınların en çok haz ettikleri bölgeleri olup eğer embiriyonik çağda testesterona maruz kalma olursa büyüyerek penisi oluşturur.

Saçınız mı dökülüyor ?


İşte bunun sebepleri ve korunma yolları…

Prof. Dr. Kerim Alpınar, bilinçsizce yapılan diyetlerin yol açtığı kansızlığın, saçların güçsüzleşmesiyle birlikte hızla dökülmesine neden olduğunu bildirdi.

Prof. Dr. Alpınar yaptığı yazılı açıklamada, özellikle hanımların güzelleşmek uğruna neredeyse ölüm diyetlerine girdiğini, yanlış uygulanan diyetler nedeniyle pek çok kişinin saçlarından olduğunu belirtti.

Sağlıklı ve dökülmeyen saçlar için gıdalarda protein, çinko, B12 vitamini, folik asit ve bakır eksikliği olmamasına dikkat edilmesi ve sebze-meyve gibi yiyeceklerin bol bol tüketilmesi gerektiğini kaydeden Alpınar, ”Bilinçsizce yapılan diyetlerin yol açtığı kansızlık, saçların güçsüzleşmesiyle birlikte hızla dökülmesine neden oluyor. Düzenli ve dengeli beslenme saç sağlığını korumak için birinci önceliği taşıyor” dedi.

Kerim Alpınar, bunun yanı sıra kalıtsal, hormon bozukluğu, mevsimsel şartlar, hava kirliliği, uygunsuz saç bakımı ve stres gibi faktörlerin de saç dökülmesine neden olduğunu dile getirerek, Türkiye’de her 100 kişiden 58′inin daha 38 yaşına gelmeden saçsız kalma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu bildirdi.

Prof. Dr. Alpınar, saç bakımında kullanılacak ürünlerin etkinliği ve güvenilirliğinin klinik deneylerle kanıtlanmış olmasının önemine işaret etti.

Bitkisel özlü ürünlerin tercih edilmesi gerektiğini ifade eden Alpınar, sağlıklı bir saç için şu önerilerde bulundu:

”Temiz ortamlarda bulunun. Çok sigara içilen, kimyasal madde buharlarının bulunduğu ortamlar, saçları yıpratır ve sağlıksız kılar.

Saçların uzun süre güneş ışığına ve deniz suyuna maruz kalmaması gerekir. En azından bir şapkayla saçlar güneşten korunabilir. Denizden çıkar çıkmaz da duş almak gerekir. Yağlı saçlar her gün bir kez, kuru saçlar ise iki günde bir yıkanmalı ve muhakkak çok iyi durulanmalı.

Zaman zaman da saç diplerinin zeytinyağı kullanarak beslenmesi de çok

önemli. Zeytinyağı en kolay ulaşılabilir, basit ve etkili bir madde. Saç bakımı ile ilgili ürünlerde de zeytinyağının bulunması bu açıdan önemli.”

AA

kırım-kongo kanamalı ateşi hastalığı - kene ısırığı


Son yıllarda daha sıkça duyulmaya başlayan, bahar-yaz dönemlerinde artış gösteren ve ağırlıklı olarak keneler aracılığıyla bulaşan virütik bir hastalıktır. İlk olarak 1944 yılında Kırım’da, sonra 1956 yılında Kongo’da tanımlanmış ve sonra aynı hastalık olduğu anlaşılmıştır.


Keneler, kan emerek beslendikleri için hemen tüm yabani ve evcil hayvanların (inek, koyun, köpek, kemiriciler, yerde beslenen kuşlar vb.) üzerinde bulunabilir ve bu hayvanlardan insana geçebilirler. Ayrıca, çalılık ve yeşil, yüksek otlu alanlarda bulunan keneler, beslenmek için doğrudan insanlara da geçip ısırabilirler. Bu nedenle daha çok kırsal bölgelerde ve hayvancılıkla uğraşan kişilerde görülmekle birlikte kentsel alanlardaki uygun ortamlarda da bulunabilirler.

Virüs ile bulaşmış keneler, kan emişini tamamladıktan sonra ayrılırken bir sıvı salgılarlar. Virüs genellikle bu sıvı ile bulaşır. Kan emdikleri ve virüsü bulaştırdıkları tüm canlılar hasta olabilir fakat hastalık genellikle hayvanlarda hafif ve bulgusuz seyreder. Bu nedenle daha az görülmekle birlikte hasta hayvanların salgıları ve kanları aracılığıyla da hastalık bulaşabilir.

Kenelerin kan emişi genellikle uzun bir süreçtir. Sinekler gibi hemen sokup kısa sürede kan emişini bırakmazlar. Kan emmeye başlayan kene, ağız kısmındaki hortumunu cilt içine sokar ve doyuncaya kadar çıkartmaz. Bu hortum, geri çıkışı engellemek için çıkıntılar içerdiğinden kolay çıkmaz. Bu nedenle keneyi çıkartmak için zorlamamak gerekir. Çok zorlandığında sıvıyı erken salgılayıp virüsü bulaştırabilir veya boru kısmı koparak cilt içinde kalabilir. Ayrıca, zorlama kenenin patlayarak enfekte sıvı ve kanının cildimizdeki çiziklerden ya da gözümüze sıçrayarak bulaşmasına yol açabilir. Bu nedenle vücuda yapışık kene görüldüğünde bir cımbızla ağız kısmından tutularak yavaşça sağa-sola oynatılıp bir vida gibi çıkartılmaya çalışmalı ya da bir sağlık kurumuna başvurularak çıkartılması sağlanmalıdır.


Hastalık oluşması ve bulguları:
Hastalık genellikle kene ısırığı ile virüsün bulaşmasından 1-3 gün sonra ortaya çıkar. Bu süre en fazla 9 güne kadar uzayabilir. Hasta hayvanın kan ve vücut sıvıları bulaşmış ise bu durumda hastalığın ortaya çıkışı 13 güne kadar uzayabilmektedir.

Ateş, kırıklık, baş ağrısı, halsizlik, aşırı duyarlılık, kol, bacak ve sırtta şiddetli ağrı ve belirgin iştahsızlık bulguları ile başlar. Bazen kusma, karın ağrısı ve ishal olabilir.
İlk günlerde yüz ve göğüste küçük cilt altı kanamaları, gözlerde kızarıklık, gövde, kol ve bacaklarda bir yere çarpmış gibi cilt altı kanamalar oluşabilir.
Burun kanaması, kanlı kusma, kanlı dışkılama, kanlı idrar görülebilir. Vajinal kanamaya da rastlanabilir.
Ağır olgularda hepatit, karaciğer, böbrek, akciğer yetmezlikleri oluşabilir.

Tedavi: Diğer çoğu virüs hastalıklarında olduğu gibi bu hastalığın da doğrudan bir tedavisi ve etkili bir ilacı olmayıp daha çok destek tedavisi ve bulguları gidermeye yönelik tedaviler ve bazı antivirütik ilaçlar uygulanmaktadır.
Erken dönemde başlanılan destek tedavi daha başarılı sonuç vermektedir. Geç başlanılan tedavi ve ağır seyredebilen hastalık öldürücü olabilmektedir.
Hastalığa karşı aşı çalışması yürütülmekle birlikte henüz koruyucu bir aşı geliştirilememiştir.

Korunma:
Hastalık, kenelerin sokması sonrası salgıladıkları sıvıyla, kenelerin çıkartılırken ezilmesi sonucu çıkan sıvı ve kanıyla veya kene sokması sonucu virüsü alıp hasta olmuş hayvanların kan ve salgıları ile bulaşabilmektedir. Bu nedenle:
Mera ve meskenlerde yerleşik keneler kan emerek beslenirler. Hayvanları kenelerden uzak tutarak kenelerin yayılmaları engellenmelidir.

Yeşil ve piknik alanlarına gidildiğinde (su kenarları, otlaklar, çalılık ve yüksek otlu alanlar) uzun giysiler giymeli, bacakları açıkta bırakmamalı, paçalar çorap içine konulup kenenin vücuda ulaşması zorlaştırılmalıdır. Dönüşte tüm vücut kontrol edilip yapışık kene olup olmadığına bakılmalıdır.

Yeşil alanlara giderken böcek kaçırıcı sıvı ve jeller cilde sürülebilir veya giysilere emdirilebilir. Bu maddelerin az da olsa sağlık
sakıncaları olduğu dikkate alınmalıdır. Hayvan besliyorsanız hayvanlarınızı dolaştırırken onlara da bu sıvılardan sürebilirsiniz.
Vücuda yapışık kene tespit edildiğinde keneyi çıkartmak için fazla zorlamamalı, halk arasında yaygın olduğu şekliyle sigara veya kibritle yakma, kenenin üzerine kolonya, alkol veya diğer kimyasal maddeler uygulanmamalıdır. Bu maddeler kenenin daha erken aşamada kusmasına ve enfekte sıvıyı vücudumuza salgılamasına neden olabilir.

Vücuda yapışık kene tespit edildiğinde eldiven takarak ve bir cımbız ile kene vücuda yapışık ağız kısmından tutularak yavaşça sağa-sola sallanarak bir vida gibi çıkartılmalı veya bir sağlık kurumuna başvurularak çıkartılması sağlanmalıdır.
Hasta kişiler ile temasta vücut sıvıları aracılığıyla bulaşma olabileceği unutulmamalıdır.

Artık piknik yapmak da riskli hale geldi.
Kenelerle karşılaşmamanız dileğiyle,

Dr. Murat FIRAT
Halk Sağlığı Uzmanı
Özel Arama